Monday, October 27, 2014

Kuran'ın Getirdiği Düzen (Neden Müslüman Değilim 3. Yazı)


Kuran, İslam’ın öğretisinin gerçekten doğru olduğuna dair biraz olsun şüphe duyan bir insanın tüylerini diken diken edebilecek bir kitaptır. Sonuç olarak eğer İslam’ın öğretisi doğru ise bu kitapta yazanlar Allah’ın doğrudan dile getirdiği sözlerdir. Ancak bu kitabın sıra dışılığı bununla sınırlı değildir. Kuran aynı zamanda İslam inancına göre içinde yazan her cümlesi doğru olan bir kitaptır. Örneğin Marks’ın yazdığı Kapital’de kimi cümlelerin, paragrafların hatalı olduğunu savunmak ama yine de Marksist olmak mümkündür. Ancak bir Müslüman için Kuran’ın her satırı doğrudur, doğru olmalıdır.

Kuran’ın en büyük gücü bu mükemmellik iddasıdır. Ancak aynı zamanda bu mükemmellik iddası, onu okuyup, sadece tek bir ayetini bile yanlış bulan, ya da inandığı değerlere ters bulan birinin inancını sarsabilir. Bu durumda, söz konusu kişi inancını yeniden sağlamlaştırması için ya söz konusu ayetin anlamını yanlış anladığını keşfetmesi, ya da inandığı değerlerden vazgeçmesi gereklidir.

Müslüman olmadığımı kesin olarak anladıktan sonra, daha önce Müslüman olup şimdi kendini ateist, agnostik ya da teist olarak gören diğer insanların, inançlarının nasıl sarsıldığını elimden geldiğince öğrenmeye çalıştım. Genellikle Kuran’ı okuyan insanların inancını sarsan üç farklı neden olduğunu söyleyebilirim. İlki Kuran’da var olduğu söylenen çelişkiler, yani Kuran’ın birçok yerinde iki farklı ayetin farklı şeyler ifade ettiğini görmeleri. İkinci neden Kuran’ın içinde yaşadığımız Dünya’da, yani fani olan Dünya’da nasıl yaşamamız gerektiğini ifade eden ayetlerdi. Üçüncüsü ise cennet ve cehennemi, yani ölümden sonraki Dünya’yı anlatan ayetlerdi. İlk neden benim inancımı sarsan nedenlerden biri değildi. Kuran’ı okurken, çelişkili görünen iki ayetin, aslında benim anlamadığım, fark edemediğim bir nedenden dolayı tutarlı olabileceğini düşünüyordum. Ancak Kuran’ın bu Dünya’da nasıl yaşamamız gerektiğini anlatan bölümleri söz konusu olduğunda durum farklı. Sonuçta bu bölümler, Allah’ın hem genel olarak insanlığa, hem de tek tek her bir insana, yani bana da, aracısız olarak, doğrudan, nasıl yaşamız gerektiğini anlatıyor. Kuran’da bir ayeti okuduğumda, o ayet bana net bir şekilde belli bir şekilde yaşamamı söylüyorsa, eğer Müslümansam o ayetin ifade ettiği şekilde yaşamak zorunda olduğumu düşünüyorum. Eğer o ayetin söylediği şekilde yaşamak benim değerlerimle çelişiyorsa ya inancımdan ya da değerlerimden vazgeçmekten başka yol sanırım yok. İlk yazımda da ifade ettiğim gibi ben de bunu yaşadım. Kuran’ın cennet ve cehennem ile ilgili ayetlerini okumadım, ama dolaylı yoldan öğrendiğim İslam inancına göre var olan cennet ve cehennem tasvirleri de, benim inancımı ya da inançsızlığımı güçlendirdi.  

Kuran’da okuduğum ayetlerin içinde benim kafamda şüphe ve soru işareti yaratan birçok ayet oldu. Ancak değerlerim ile Kuran arasındaki ilk büyük çelişkiyi hissettiğim ayet,  Maide Suresi 51 Ayet idi. Buraya aktardığım çeviri Diyanet İşlerinin Çevirisi. Ancak  http://www.kuranmeali.org/5/maide_suresi/51.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx sitesinden ilgili ayetin farklı çevirilerini de bulmak mümkün ve bu çevirileri karşılaştırırsanız hemen hemen hepsinin birbirine benzediğini görebilirsiniz.

Ayet şöyle diyor: “Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”

 Bu ayet hakkında, bu yazıyı yazmadan önce yeniden düşündüm. Bugün, benim açımdan benim için dine en yakın olan şey inandığım ideoloji, yani sosyalizm. Peki, benim gibi sosyalist olan bir insan bana sosyalist olmayan insanları dost edinmemek gerekli dese ne düşünürüm? Giderek, insanların ayrıştığı, farklı düşünen insanların birbirleri ile iletişimlerinin koptuğu bir ülkede yaşıyoruz, dahası Dünya da aynı noktaya gidiyor. Dolayısı ile, bu sorunun cevabını bulmak için epey düşünmem gerekti. Ancak, sanırım hala iki yıl önce bu ayeti okuduğumda inandığım temel değere inanıyorum. Her ne kadar kafamdaki onlarca ses, düşünce beni o değerden vazgeçirmeye çalışsa da. İnandığım değer iki kelime ile ifade etmek gerekirse uzlaşma kültürü. Ben aynı toplumda birbirinden farklı dinlere, ideolojilere inanan insanların, birbirleri ile tartışarak uzlaşabileceklerini bir noktada buluşabileceklerini düşünüyorum. Herşeyden önce diğer ideoloji ve dinlerden üstün bir din veya ideoloji için, kendini ifade edebileceği bir platform bence bir fırsattır.  Bu platformda o dine ya da ideolojiye inananlar, dinin ya da ideolojinin üstünlüğünü gösterme fırsatına sahiptirler. Ancak insanların ortak bir toplum inşaa edebilmesi için, aynı din ya da ideoloji üzerinde buluşmalarına bence gerek yok. Farklı inançlara sahip insanlar için bile, her birinin kabul edebileceği toplumsal kurallar belirlemek bence mümkün. Yeter ki, söz konusu insanların inançları katı olmasın. Ve bence toplumun tamamı için geçerli olan elbette bir arkadaş ya da dost topluluğu için de geçerli olmalı. Örneğin bence bir insan Dünya görüşü kendisinden çok farklı olan biri ile öyle şeyler yaşayabilir, öyle şeyler paylaşabilir ki, o insan onun en iyi dostu olabilir.

Ancak Maide Suresi 51. Ayet çok açık ve net bir şekilde, bu şekilde davranan Müslümanların İslam’dan çıkacağını söylüyor. Bu ayeti okuyunca açıkçası aklıma, ABD’de Hiristiyan bir çocukla dost olan bir Müslüman çocuk geliyor. O çocuk böyle davranarak dinden çıkmış oluyor. Ya da, Utah’ta tanıdığım başında kippası ile, yani hala içindeki Yahudi inancını koruyarak Filistin için mücadele eden Yahudi Occupy Wall Street eylemcisi. Bu ayet ben eğer onunla dost olursam dinden çıkacağımı söylüyor. Açıkçası, bugün içimdeki bir ses hayır diyor, Allah, eğer varsa, bana böyle bir şey söylemiş olamaz. Tıpkı iki yıl önceki gibi.  

Ancak iki yıl önce bu ayeti okuduktan sonra durmadım, okumaya devam ettim. Ve benim için çok daha ciddi bir çelişki yaratan ikinci bir ayetle karşılaştım. Bu defa çelişki o kadar büyüktü ki, kaçacak hiçbir yerim yoktu. Ya Dünya’ya bakış açımı kökten değiştirecektim, ya da inancımdan vazgeçecektim. Söz konusu ayet, Nisa Suresi 34. Ayet. Yine diyanetin çevirisini yazıyorum. Ancak http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi/34.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx bağlantısına girerek diğer çevirileri de okumanız mümkün.

Ayet şöyle diyor: “Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.”

Ayet, başkaldırmasından endişe ettiğimiz kadınlara önce öğüt verip, sonra yataklarında yalnız bırakıp sonra da dövmemizi söylüyor, elbette benim de içinde bulunduğum erkeklere. Öncelikle şunu yazayım, benim için eğer bir gün evlenirsem, eşim bir yana, çocuğumu bile döversem, tokat bile atarsam, sanırım hayatım boyunca bunun acısını içimde bir yerde hissederim. Hayatım boyunca, dayak yiyen bir çocuk gördüğümde veya duyduğumda, söz konusu çocuk her ne yapmış olursa olsun, sanki dayak yiyiyormuş gibi hissettim. Bugün Dünya’da ve Türkiye’de benimle farklı düşünen pek çok insan olduğunu biliyorum. Ama bence bir insanın çocuğu söz konusu olduğunda bile, onunla yaşadığı problemi, şiddete başvurmadan çözmesi gerekir. Annesi ya da babasından şiddet gören bir çocuk, bunun acısını hayatı boyunca hep bir yerlerde taşır, annelerin ve babaların çocukları dövmelerinin normal karşılandığı toplumlarda bile.

Bir insanın eşi, kendi cinsiyetim adına konuşursam, bir erkeğin karısı söz konusu olduğunda ise durum çok daha ciddi. Evlenir miyim bilmiyorum. Ancak eğer bir gün evlenirsem, bunu eşimle ortak bir hayat kurmak için yapacağım. Ve ortak hayat herşeyden önce, birbirimizin bakış açısına, değerlerine, kararlarına ve eylemlerine saygı duymak ile mümkün. Bir insanın eşi, kendisi ile çelişen bir söz söylerse veya bir eylem yaparsa, bence yapılması gereken, eşi ile oturup konuşmak, eşine yaptığı şeyin neden kendisini anlattığını ifade etmek ve ortak bir noktada buluşmaya çalışmaktır. Ortak bir noktada buluşulamıyorsa, yapılmasın gereken ayrılmaktır. Eşine, yaptığı bir eylemden dolayı, o eylem ne olursa olsun tokat atmak benim için zaten evliliği bitirir.

Bu ayeti okuduktan Kuran’ı okumaya devam etmedim. Gerçeği kabul etmem birkaç dakika aldı. Ama gerçek reddedilemez bir şekilde önümdeydi. Ya bir erkeğin kendisine başkaldıran eşini dövmesinin erkeğin sahip olduğu bir hak olduğunu kabul edecektim, ya da Müslüman olmadığımı. Benim açımdan cevap açıktı. Ben Müslüman değildim. Hatta muhtemelen hiçbir zaman olmamıştım.  

No comments:

Post a Comment