Kuran, İslam’ın öğretisinin gerçekten doğru olduğuna dair
biraz olsun şüphe duyan bir insanın tüylerini diken diken edebilecek bir
kitaptır. Sonuç olarak eğer İslam’ın öğretisi doğru ise bu kitapta yazanlar
Allah’ın doğrudan dile getirdiği sözlerdir. Ancak bu kitabın sıra dışılığı
bununla sınırlı değildir. Kuran aynı zamanda İslam inancına göre içinde yazan
her cümlesi doğru olan bir kitaptır. Örneğin Marks’ın yazdığı Kapital’de kimi
cümlelerin, paragrafların hatalı olduğunu savunmak ama yine de Marksist olmak
mümkündür. Ancak bir Müslüman için Kuran’ın her satırı doğrudur, doğru
olmalıdır.
Kuran’ın en büyük gücü bu mükemmellik iddasıdır. Ancak aynı
zamanda bu mükemmellik iddası, onu okuyup, sadece tek bir ayetini bile yanlış
bulan, ya da inandığı değerlere ters bulan birinin inancını sarsabilir. Bu
durumda, söz konusu kişi inancını yeniden sağlamlaştırması için ya söz konusu ayetin
anlamını yanlış anladığını keşfetmesi, ya da inandığı değerlerden vazgeçmesi
gereklidir.
Müslüman olmadığımı kesin olarak anladıktan sonra, daha önce
Müslüman olup şimdi kendini ateist, agnostik ya da teist olarak gören diğer
insanların, inançlarının nasıl sarsıldığını elimden geldiğince öğrenmeye
çalıştım. Genellikle Kuran’ı okuyan insanların inancını sarsan üç farklı neden
olduğunu söyleyebilirim. İlki Kuran’da var olduğu söylenen çelişkiler, yani Kuran’ın
birçok yerinde iki farklı ayetin farklı şeyler ifade ettiğini görmeleri. İkinci
neden Kuran’ın içinde yaşadığımız Dünya’da, yani fani olan Dünya’da nasıl
yaşamamız gerektiğini ifade eden ayetlerdi. Üçüncüsü ise cennet ve cehennemi,
yani ölümden sonraki Dünya’yı anlatan ayetlerdi. İlk neden benim inancımı
sarsan nedenlerden biri değildi. Kuran’ı okurken, çelişkili görünen iki ayetin,
aslında benim anlamadığım, fark edemediğim bir nedenden dolayı tutarlı olabileceğini
düşünüyordum. Ancak Kuran’ın bu Dünya’da nasıl yaşamamız gerektiğini anlatan bölümleri
söz konusu olduğunda durum farklı. Sonuçta bu bölümler, Allah’ın hem genel
olarak insanlığa, hem de tek tek her bir insana, yani bana da, aracısız olarak,
doğrudan, nasıl yaşamız gerektiğini anlatıyor. Kuran’da bir ayeti okuduğumda, o
ayet bana net bir şekilde belli bir şekilde yaşamamı söylüyorsa, eğer
Müslümansam o ayetin ifade ettiği şekilde yaşamak zorunda olduğumu düşünüyorum.
Eğer o ayetin söylediği şekilde yaşamak benim değerlerimle çelişiyorsa ya
inancımdan ya da değerlerimden vazgeçmekten başka yol sanırım yok. İlk yazımda
da ifade ettiğim gibi ben de bunu yaşadım. Kuran’ın cennet ve cehennem ile
ilgili ayetlerini okumadım, ama dolaylı yoldan öğrendiğim İslam inancına göre
var olan cennet ve cehennem tasvirleri de, benim inancımı ya da inançsızlığımı
güçlendirdi.
Kuran’da okuduğum ayetlerin içinde benim kafamda şüphe ve
soru işareti yaratan birçok ayet oldu. Ancak değerlerim ile Kuran arasındaki
ilk büyük çelişkiyi hissettiğim ayet, Maide
Suresi 51 Ayet idi. Buraya aktardığım çeviri Diyanet İşlerinin Çevirisi. Ancak http://www.kuranmeali.org/5/maide_suresi/51.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
sitesinden ilgili ayetin farklı çevirilerini de bulmak mümkün ve bu çevirileri
karşılaştırırsanız hemen hemen hepsinin birbirine benzediğini görebilirsiniz.
Ayet şöyle diyor: “Ey iman edenler! Yahudileri ve
hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin
tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz
Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”
Bu ayet hakkında, bu
yazıyı yazmadan önce yeniden düşündüm. Bugün, benim açımdan benim için dine en
yakın olan şey inandığım ideoloji, yani sosyalizm. Peki, benim gibi sosyalist
olan bir insan bana sosyalist olmayan insanları dost edinmemek gerekli dese ne
düşünürüm? Giderek, insanların ayrıştığı, farklı düşünen insanların birbirleri
ile iletişimlerinin koptuğu bir ülkede yaşıyoruz, dahası Dünya da aynı noktaya
gidiyor. Dolayısı ile, bu sorunun cevabını bulmak için epey düşünmem gerekti.
Ancak, sanırım hala iki yıl önce bu ayeti okuduğumda inandığım temel değere
inanıyorum. Her ne kadar kafamdaki onlarca ses, düşünce beni o değerden
vazgeçirmeye çalışsa da. İnandığım değer iki kelime ile ifade etmek gerekirse
uzlaşma kültürü. Ben aynı toplumda birbirinden farklı dinlere, ideolojilere
inanan insanların, birbirleri ile tartışarak uzlaşabileceklerini bir noktada
buluşabileceklerini düşünüyorum. Herşeyden önce diğer ideoloji ve dinlerden
üstün bir din veya ideoloji için, kendini ifade edebileceği bir platform bence
bir fırsattır. Bu platformda o dine ya
da ideolojiye inananlar, dinin ya da ideolojinin üstünlüğünü gösterme fırsatına
sahiptirler. Ancak insanların ortak bir toplum inşaa edebilmesi için, aynı din
ya da ideoloji üzerinde buluşmalarına bence gerek yok. Farklı inançlara sahip
insanlar için bile, her birinin kabul edebileceği toplumsal kurallar belirlemek
bence mümkün. Yeter ki, söz konusu insanların inançları katı olmasın. Ve bence
toplumun tamamı için geçerli olan elbette bir arkadaş ya da dost topluluğu için
de geçerli olmalı. Örneğin bence bir insan Dünya görüşü kendisinden çok farklı
olan biri ile öyle şeyler yaşayabilir, öyle şeyler paylaşabilir ki, o insan
onun en iyi dostu olabilir.
Ancak Maide Suresi 51. Ayet çok açık ve net bir şekilde, bu
şekilde davranan Müslümanların İslam’dan çıkacağını söylüyor. Bu ayeti okuyunca
açıkçası aklıma, ABD’de Hiristiyan bir çocukla dost olan bir Müslüman çocuk
geliyor. O çocuk böyle davranarak dinden çıkmış oluyor. Ya da, Utah’ta
tanıdığım başında kippası ile, yani hala içindeki Yahudi inancını koruyarak
Filistin için mücadele eden Yahudi Occupy Wall Street eylemcisi. Bu ayet ben
eğer onunla dost olursam dinden çıkacağımı söylüyor. Açıkçası, bugün içimdeki
bir ses hayır diyor, Allah, eğer varsa, bana böyle bir şey söylemiş olamaz.
Tıpkı iki yıl önceki gibi.
Ancak iki yıl önce bu ayeti okuduktan sonra durmadım,
okumaya devam ettim. Ve benim için çok daha ciddi bir çelişki yaratan ikinci
bir ayetle karşılaştım. Bu defa çelişki o kadar büyüktü ki, kaçacak hiçbir
yerim yoktu. Ya Dünya’ya bakış açımı kökten değiştirecektim, ya da inancımdan
vazgeçecektim. Söz konusu ayet, Nisa Suresi 34. Ayet. Yine diyanetin çevirisini
yazıyorum. Ancak http://www.kuranmeali.org/4/nisa_suresi/34.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
bağlantısına girerek diğer çevirileri de okumanız mümkün.
Ayet şöyle diyor: “Allah'ın insanlardan bir kısmını
diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için
erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar
itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de
namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt
verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün.
Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü
Allah yücedir, büyüktür.”
Ayet, başkaldırmasından endişe ettiğimiz kadınlara önce öğüt
verip, sonra yataklarında yalnız bırakıp sonra da dövmemizi söylüyor, elbette benim
de içinde bulunduğum erkeklere. Öncelikle şunu yazayım, benim için eğer bir gün
evlenirsem, eşim bir yana, çocuğumu bile döversem, tokat bile atarsam, sanırım
hayatım boyunca bunun acısını içimde bir yerde hissederim. Hayatım boyunca,
dayak yiyen bir çocuk gördüğümde veya duyduğumda, söz konusu çocuk her ne
yapmış olursa olsun, sanki dayak yiyiyormuş gibi hissettim. Bugün Dünya’da ve
Türkiye’de benimle farklı düşünen pek çok insan olduğunu biliyorum. Ama bence bir
insanın çocuğu söz konusu olduğunda bile, onunla yaşadığı problemi, şiddete
başvurmadan çözmesi gerekir. Annesi ya da babasından şiddet gören bir çocuk,
bunun acısını hayatı boyunca hep bir yerlerde taşır, annelerin ve babaların
çocukları dövmelerinin normal karşılandığı toplumlarda bile.
Bir insanın eşi, kendi cinsiyetim adına konuşursam, bir
erkeğin karısı söz konusu olduğunda ise durum çok daha ciddi. Evlenir miyim
bilmiyorum. Ancak eğer bir gün evlenirsem, bunu eşimle ortak bir hayat kurmak
için yapacağım. Ve ortak hayat herşeyden önce, birbirimizin bakış açısına,
değerlerine, kararlarına ve eylemlerine saygı duymak ile mümkün. Bir insanın
eşi, kendisi ile çelişen bir söz söylerse veya bir eylem yaparsa, bence
yapılması gereken, eşi ile oturup konuşmak, eşine yaptığı şeyin neden kendisini
anlattığını ifade etmek ve ortak bir noktada buluşmaya çalışmaktır. Ortak bir
noktada buluşulamıyorsa, yapılmasın gereken ayrılmaktır. Eşine, yaptığı bir
eylemden dolayı, o eylem ne olursa olsun tokat atmak benim için zaten evliliği
bitirir.
Bu ayeti okuduktan Kuran’ı okumaya devam etmedim. Gerçeği
kabul etmem birkaç dakika aldı. Ama gerçek reddedilemez bir şekilde önümdeydi.
Ya bir erkeğin kendisine başkaldıran eşini dövmesinin erkeğin sahip olduğu bir
hak olduğunu kabul edecektim, ya da Müslüman olmadığımı. Benim açımdan cevap
açıktı. Ben Müslüman değildim. Hatta muhtemelen hiçbir zaman olmamıştım.
No comments:
Post a Comment