Türkiye’den ABD’ye yapacağım 24 saati bulan yolculuklardan
biri idi. Sabah beş gibi yola çıkmak gerekeceği için hiç yatmamıştım. Gece
bastıran uykuya rağmen ayakta kalmak için internetten bulduğum videoları
izliyordum. İzlediğim videolardan birisi, cennet ve cehennem hakkındaydı. O gün
duyduğum şu cümleler hala aklımda. Cennet öyle bir yerdir ki, onun nasıl bir
yer olduğunu gören herkes oraya girmek için herşeyi yapacaktır, cehennem öyle
bir yerdir ki, onun nasıl bir yer olduğunu gören herkes oradan kaçmak için
elinden geleni yapacaktır.
İslam’ın ve Hiristiyanlık’ın ve birçok başka dinin en güçlü
yanıdır cennet ve cehennem. Bir başka Dünya’da var olan, hayal gücüne bile
sığmayan bir ödül ve ceza. İslam ve Hiristiyanlık’a göre hiçbir zaman sonu
gelmeyen bir ödül ve ceza, Dünya’daki birçok insanı bunu vaad eden dine
yöneltebilecek kadar cezbedici ve korkutucudur. Ancak İslam dinindeki cennet ve
cehennem kavramları hakkında yazılanlar ve dinlediklerim benim inancımı
güçlendirmek bir yana daha da zayıflattı.
Cennet ve cehennem ile ilgili doğrudan Kuran’da yazılanlara
bakmadım. Ancak Kuran’ı okumayı yıllarca
ertelediğimden Kuran’da yazanları doğrudan okumadım. Bir defa okumaya
başlayınca da bir önceki yazımda da yazdığım gibi, Kuran’ı benim için okumaya
devam etmenin anlamsızlaştığı bir noktada bıraktım. Belki bir gün yeniden elime
alır okurum bilmiyorum.
Cennet ile ilgili aklımda en güçlü şekilde yer etmiş tasfir,
lise yıllarımdan kalma. Söz konusu tasfiri İstanbul’dan Altınoluk’a tek başıma
yaptığım bir otobüs yolculuğu sırasında yanıma oturan 60 70 yaşındaki bir
adamdan dinledim. Adam dakikalar boyunca, bana cenneti, daha doğrusu cennette
bulunan kadınları, daha doğrusu kızları anlattı. Anlattıkları kızların
bedenleri, yaşları ve cinsel özellikleri ile ilgiliydi. Burada adamın
anlattıklarının ayrıntılarından bahsetmek istemiyorum. Ancak şunu
söyleyebilirim. Belki beni Müslüman olmaya teşvik etmek istiyordu, ama bende
yarattığı etki tam ters yönde olmuştu. Üstelik de o yıllar İslam dinine kendimi
en yakın hissettiğim yıllar olduğu halde. Adamın anlattığı cennet kesinlikle
benim gitmek, ve sonsuza kadar yaşamak isteyeceğim bir yer değildi.
Yıllar boyunca cennet hakkında duyduklarımın büyük bölümü o
gece yanıma oturan adamı doğrular nitelikteydi. Değişik dinlerin cennet
tasvirlerini merak ettiğimden elimden geldiğince bu konuda yazılanları okudum.
Ve fikrim değişmedi, hala okuduğum ve dinlediğim kadarı ile cennet benim en
azından içinde yaşadığım Dünya’ya tercih edeceğim bir yer değil. Eğer bana
cennette yaşamak ya da bugün yaşadığım Dünya’da tüm acılarına, tüm
olumsuzluklarına rağmen tekrar tekrar yeniden yaşama şansı verilse ikincisini
seçerim.
Neden böyle düşünüyorum? Bunun için önce cennette bize vaad
edilen somut ne var diye sormak lazım. Bu soruya hiçbir şey cevabı verilebilirdi.
Cennet bizim bu Dünya’da asla anlayamayacağımız, algılayamayacağımız kadar
güzel ve eşsiz bir yer olabilirdi ve Tanrı bize ancak eğer hak edip de oraya
girerseniz, cennetin güzelliklerini algılabilirsiniz diyebilirdi. Ancak okuduğum
ve dinlediğim kadarı ile, bize, vaad edilen somut bir şeyler var. Hatta
cennetle ilgili anlatılanlar okuyunca kafamda bir cennet tasfirini şekillendirecek
kadar güçlü. Aklımda canlandırdığım cennet öncelikle büyüleyici ırmaklar,
göller, ormanlar ile kaplı. Burada bizler cennete girebilen insanlar, köşklerde
yaşıyor. Emirlerine verilmiş, hizmetkarlar var. Ne kadar doğru ya da yanlış
bilmiyorum ama bazı yerlerde bu hizmetkarların 7-8 yaşındaki çocuklar
olduklarından bahsediliyor. Ayrıca tabii erkeklerin emrine verilen huriler var.
Tüm bunları üst üste koyunca aklımda canlanan, Dünya üzerinde 7. Ya da 8. yüzyılda
yaşamış güçlü bir kralın yaşamı. Emrinde yüzlerceköle ve cariye olan, ve etrafında
cennet gibi bahçeler, ırmaklar, göller ve ormanlar bulunan bir sarayda yaşayan
bir kralın yaşamı.
Ve de bu yaşam bana cazip gelmiyor. İlkokul ve lise
yıllarında, bir apartman dairesi yerine kendime ait bir evde yaşamayı hayal
etmiştim. Bu hayalimi yaşama fırsatı buldum, dört katlı aileme ait bir evde
yıllarca yaşadım. Ve açıkçası mutlu olmadım. Ben yaşadığım yeri, başka
insanlarla, hatta başka ailelerle paylaşmayı seviyorum. Elbette kendime ait bir
odanın olması bazı anlarda ihtiyacını duyduğum bir şey. Ancak yaşadığım binanın
tamamının sadece kendime ait olması beni mutlu etmeyen, rahatsız eden bir
durum.
Her istediğimi yerine getiren insanların, hizmetkarların
olması da hiçbir zaman aradığım bir şey olmadı. Etrafımdaki insanlardan üstün
konumda olmak, onlara emir verebilecek bir insan olmak benim için en az
etrafımdaki insanlardan aşağı konumda olmak, onlardan emir almak zorunda olmak kadar
rahatsızlık verici bir şey. Bir dinsiz olarak bildiğim kadarı ile zaten cennete
girmem mümkün değil. Ama eğer girebilseydim, ve cennette emrime hizmetkarlar
verilseydi, her işimi onlara gördürmektense, onlarla aynı masada yemek yemeği,
sofrayı beraber kurmayı, kaldırmayı, onlar benim işimi yapıyorsa, ben de
onların işini o kadar yapmayı tercih ederdim, böyle bir cennet yaşamı beni çok
daha mutlu ederdi.
Huriler konusuna gelince, belki o konuda çok ayrıntılı bir
şekilde yazmamam daha doğru olacak. Sadece şunu yazayım, ben kim tarafından olursa
olsun, söz konusu varlık Allah bile olsa, işi bana hizmet etmek olan bir kadın
ile birlikte olamam. Bunu yapamam. Bir şekilde yaparsam da bu bana cenneti
değil, cehennemi yaşatır ancak. Benim bir kadınla birlikte olmam için, o
kadının beni sevdiğini, benimle birlikte olmak istediğini bilmem gerekir.
Bilmiyorum belki böyle düşündüğüm için, 32 yaşındayım ve tek başımayım. Ama ben
böyle bir insanım.
Dolayısı ile cennetin öne çıkan özelliklerinden hiçbiri beni
cezbeden, heyecanlandıran özellikler değil. New York’ta ya da İstanbul’da küçük
bir apartman dairesinde yaşamak, akşamları apartmanın yanı başında bir parkta, komşularımla
bir araya gelmek, evde yaptığımız yiyeyecekleri getirmek paylaşmak, eski bir
radyoda çalan şarkıları dinlemek beni cennetteki köşkte, emrime verilmiş hizmetkarlarla
sürdürdüğüm bir yaşamdan çok daha mutlu eder.
Cehennem söz konusu olduğunda şunu itiraf edeyim. Evet
cehennem beni korkutmayı başarıyor. Cehennemde Allah’a inanmayan, ya da günah
işlemiş insanlara yapılanları okuyunca, evet oraya gitmek o insanlardan biri
olmaktan korkuyorum. Ancak cehennem bende bambaşka bir duygu daha yaratıyor, ve
bu duygu benim inancımı sarsıyor. Haksızlık duygusu.
Öncelikle, bu Dünya’da en çok nefret ettiğim, edebileceğim
insanları hayal etmeye çalışıyorum. En kötü şeyleri yapmış olabilecek insanlar,
bunları masum insanlara yapmış insanlar, hatta bunları benim tanıdıklarıma
yapmış olabilecek insanlar. Ve bu insanlar, hiç bitmeyen, tekrar tekrar yeniden
çektikleri bir azabı yaşıyorlar. Bir nokta gelir, yeter derim diye düşünüyorum.
Sonsuz bir azap, hiç bitmeyen bir azap bence ne kadar ağır, ne kadar korkunç
olursa olsun hiçbir suçun karşılığı olmamalı. Hiçbir suç bence böyle bir cezayı
hak edecek kadar büyük değildir.
Üstelik cehennem Allah’a inanmayan insanların hepsinin,
nasıl yaşamış olurlarsa olsunlar hepsinin gideceği bir yer. Okuduğum ve
dinlediğim heryerde bu şekilde anlatıyor. Ve eğer böyle ise, eğer Allah
kendisine inanmayan herkese cehennemde azap çektirecekse, içimde çok güçlü bir
ses bu haksızlık diyor. Bu insanlara yapılan haksızlık. Bir Tanrı’nın sadece
kendisine inanmıyor diye başka hiçbir suç işlememiş insanlara cehennemde azap
çektirmesinin haksızlık olduğunu düşünüyor ve hissediyorum.
Eğer Allah varsa, eğer cehennem doğru ise, eğer oraya
girersem, ne düşünürüm ne hissederim bilmiyorum. Anlatıldığı kadarı ile ölümün
ardından, Allah’a inanmayan her bir insan pişman olacak, Allah’a kendini affetmesi
için yalvaracak ama onlar için artık iş işten geçmiş olacak. Ancak bugün şu
anda şunu düşünüyorum, eğer bu Dünya’da ya da öbür Dünya’da birilerine haksızlık
ediliyorsa, benim yerim haksızlığa uğrayan o insanların yanı olmalı, onlara
destek olmalıyım diye düşünüyorum. Elbette eğer varsa, ve İslam dininin anlattığı
gibi ise, Allah’ın cehennemdeki diğer insanlara destek olmama, onların
hissettiği azabı biraz olsun hafifletmeme izin vermeyeceğini bildiğim halde.
Kısacası şunu yazabilirim. Eğer Allah varsa, öbür Dünya
varsa, ve Allah ve Öbür Dünya okuduğum dini kaynaklardaki gibiyse, ben cennetin
köşklerinde yaşamaktansa, cehennemdeki insanların acılarını bir parça olsun
dindirmeyi, onlara bir parça olsun destek tercih ederim. En azından bugün, hala
bu Dünya’da hayatta olduğum bu anda bu şekilde düşünüyorum. Ve böyle düşünmek,
eğer var olan bir Tanrı için bir suçsa bunun bedelini ödemeye hazırım.
Sonuç olarak İslami kaynakları okuduktan sonra kafamda
canlanan cennet ve cehennem benim inancımı güçlendirmek bir yana daha da
zayıflatıyor. Bu Dünya’da yaşayan herkesin gitmeyi arzulaması gereken cennet
benim gitmek istediğim bir yer değil. Hatta kafamda canlandığı kadarı ile cennette
bize vaadedilen yaşam benim inandığım değerlere ters bir yaşam. Bu Dünya’da
bile cennettekine benzeyen bir yaşam beni mutlu etmez. Cehennem tıpkı yapması
gerektiği gibi beni korkutuyor. Ancak korkudan daha güçlü bir duygu, haksızlık
duygusu uyandırıyor. Eğer varsa bir Tanrı’nın böylesi bir cehennem
yaratacağına, ve suçu ne olursa olsun insanlara, hele de tek günahı kendisine
inanmamak olan insanlara orada hiç bitmeyecek bir azap çektireceğine
inanmıyorum. Dolayısı ile eğer varsa bile Tanrı’nın kafamda canlanan tarzda bir
cennet ve cehennem yaratabileceğine inanmıyorum.
Elbette cennet veya cehennem ile ilgili daha önce okuyup
dinlediklerimi yanlış ve hatalı olabilir. Bunu ileri sürecek arkadaşların
okumamı önerecekleri ayetleri okumaya hazırım.
No comments:
Post a Comment