Friday, November 14, 2014

Cennet ve Cehennemin Hissettirdikleri (Neden Müslüman Değilim 4. Yazı)


Türkiye’den ABD’ye yapacağım 24 saati bulan yolculuklardan biri idi. Sabah beş gibi yola çıkmak gerekeceği için hiç yatmamıştım. Gece bastıran uykuya rağmen ayakta kalmak için internetten bulduğum videoları izliyordum. İzlediğim videolardan birisi, cennet ve cehennem hakkındaydı. O gün duyduğum şu cümleler hala aklımda. Cennet öyle bir yerdir ki, onun nasıl bir yer olduğunu gören herkes oraya girmek için herşeyi yapacaktır, cehennem öyle bir yerdir ki, onun nasıl bir yer olduğunu gören herkes oradan kaçmak için elinden geleni yapacaktır.

İslam’ın ve Hiristiyanlık’ın ve birçok başka dinin en güçlü yanıdır cennet ve cehennem. Bir başka Dünya’da var olan, hayal gücüne bile sığmayan bir ödül ve ceza. İslam ve Hiristiyanlık’a göre hiçbir zaman sonu gelmeyen bir ödül ve ceza, Dünya’daki birçok insanı bunu vaad eden dine yöneltebilecek kadar cezbedici ve korkutucudur. Ancak İslam dinindeki cennet ve cehennem kavramları hakkında yazılanlar ve dinlediklerim benim inancımı güçlendirmek bir yana daha da zayıflattı.

Cennet ve cehennem ile ilgili doğrudan Kuran’da yazılanlara bakmadım.  Ancak Kuran’ı okumayı yıllarca ertelediğimden Kuran’da yazanları doğrudan okumadım. Bir defa okumaya başlayınca da bir önceki yazımda da yazdığım gibi, Kuran’ı benim için okumaya devam etmenin anlamsızlaştığı bir noktada bıraktım. Belki bir gün yeniden elime alır okurum bilmiyorum.

Cennet ile ilgili aklımda en güçlü şekilde yer etmiş tasfir, lise yıllarımdan kalma. Söz konusu tasfiri İstanbul’dan Altınoluk’a tek başıma yaptığım bir otobüs yolculuğu sırasında yanıma oturan 60 70 yaşındaki bir adamdan dinledim. Adam dakikalar boyunca, bana cenneti, daha doğrusu cennette bulunan kadınları, daha doğrusu kızları anlattı. Anlattıkları kızların bedenleri, yaşları ve cinsel özellikleri ile ilgiliydi. Burada adamın anlattıklarının ayrıntılarından bahsetmek istemiyorum. Ancak şunu söyleyebilirim. Belki beni Müslüman olmaya teşvik etmek istiyordu, ama bende yarattığı etki tam ters yönde olmuştu. Üstelik de o yıllar İslam dinine kendimi en yakın hissettiğim yıllar olduğu halde. Adamın anlattığı cennet kesinlikle benim gitmek, ve sonsuza kadar yaşamak isteyeceğim bir yer değildi.

Yıllar boyunca cennet hakkında duyduklarımın büyük bölümü o gece yanıma oturan adamı doğrular nitelikteydi. Değişik dinlerin cennet tasvirlerini merak ettiğimden elimden geldiğince bu konuda yazılanları okudum. Ve fikrim değişmedi, hala okuduğum ve dinlediğim kadarı ile cennet benim en azından içinde yaşadığım Dünya’ya tercih edeceğim bir yer değil. Eğer bana cennette yaşamak ya da bugün yaşadığım Dünya’da tüm acılarına, tüm olumsuzluklarına rağmen tekrar tekrar yeniden yaşama şansı verilse ikincisini seçerim.

Neden böyle düşünüyorum? Bunun için önce cennette bize vaad edilen somut ne var diye sormak lazım. Bu soruya hiçbir şey cevabı verilebilirdi. Cennet bizim bu Dünya’da asla anlayamayacağımız, algılayamayacağımız kadar güzel ve eşsiz bir yer olabilirdi ve Tanrı bize ancak eğer hak edip de oraya girerseniz, cennetin güzelliklerini algılabilirsiniz diyebilirdi. Ancak okuduğum ve dinlediğim kadarı ile, bize, vaad edilen somut bir şeyler var. Hatta cennetle ilgili anlatılanlar okuyunca kafamda bir cennet tasfirini şekillendirecek kadar güçlü. Aklımda canlandırdığım cennet öncelikle büyüleyici ırmaklar, göller, ormanlar ile kaplı. Burada bizler cennete girebilen insanlar, köşklerde yaşıyor. Emirlerine verilmiş, hizmetkarlar var. Ne kadar doğru ya da yanlış bilmiyorum ama bazı yerlerde bu hizmetkarların 7-8 yaşındaki çocuklar olduklarından bahsediliyor. Ayrıca tabii erkeklerin emrine verilen huriler var. Tüm bunları üst üste koyunca aklımda canlanan, Dünya üzerinde 7. Ya da 8. yüzyılda yaşamış güçlü bir kralın yaşamı. Emrinde yüzlerceköle ve cariye olan, ve etrafında cennet gibi bahçeler, ırmaklar, göller ve ormanlar bulunan bir sarayda yaşayan bir kralın yaşamı.

Ve de bu yaşam bana cazip gelmiyor. İlkokul ve lise yıllarında, bir apartman dairesi yerine kendime ait bir evde yaşamayı hayal etmiştim. Bu hayalimi yaşama fırsatı buldum, dört katlı aileme ait bir evde yıllarca yaşadım. Ve açıkçası mutlu olmadım. Ben yaşadığım yeri, başka insanlarla, hatta başka ailelerle paylaşmayı seviyorum. Elbette kendime ait bir odanın olması bazı anlarda ihtiyacını duyduğum bir şey. Ancak yaşadığım binanın tamamının sadece kendime ait olması beni mutlu etmeyen, rahatsız eden bir durum.

Her istediğimi yerine getiren insanların, hizmetkarların olması da hiçbir zaman aradığım bir şey olmadı. Etrafımdaki insanlardan üstün konumda olmak, onlara emir verebilecek bir insan olmak benim için en az etrafımdaki insanlardan aşağı konumda olmak, onlardan emir almak zorunda olmak kadar rahatsızlık verici bir şey. Bir dinsiz olarak bildiğim kadarı ile zaten cennete girmem mümkün değil. Ama eğer girebilseydim, ve cennette emrime hizmetkarlar verilseydi, her işimi onlara gördürmektense, onlarla aynı masada yemek yemeği, sofrayı beraber kurmayı, kaldırmayı, onlar benim işimi yapıyorsa, ben de onların işini o kadar yapmayı tercih ederdim, böyle bir cennet yaşamı beni çok daha mutlu ederdi.

Huriler konusuna gelince, belki o konuda çok ayrıntılı bir şekilde yazmamam daha doğru olacak. Sadece şunu yazayım, ben kim tarafından olursa olsun, söz konusu varlık Allah bile olsa, işi bana hizmet etmek olan bir kadın ile birlikte olamam. Bunu yapamam. Bir şekilde yaparsam da bu bana cenneti değil, cehennemi yaşatır ancak. Benim bir kadınla birlikte olmam için, o kadının beni sevdiğini, benimle birlikte olmak istediğini bilmem gerekir. Bilmiyorum belki böyle düşündüğüm için, 32 yaşındayım ve tek başımayım. Ama ben böyle bir insanım.

Dolayısı ile cennetin öne çıkan özelliklerinden hiçbiri beni cezbeden, heyecanlandıran özellikler değil. New York’ta ya da İstanbul’da küçük bir apartman dairesinde yaşamak, akşamları apartmanın yanı başında bir parkta, komşularımla bir araya gelmek, evde yaptığımız yiyeyecekleri getirmek paylaşmak, eski bir radyoda çalan şarkıları dinlemek beni cennetteki köşkte, emrime verilmiş hizmetkarlarla sürdürdüğüm bir yaşamdan çok daha mutlu eder.

Cehennem söz konusu olduğunda şunu itiraf edeyim. Evet cehennem beni korkutmayı başarıyor. Cehennemde Allah’a inanmayan, ya da günah işlemiş insanlara yapılanları okuyunca, evet oraya gitmek o insanlardan biri olmaktan korkuyorum. Ancak cehennem bende bambaşka bir duygu daha yaratıyor, ve bu duygu benim inancımı sarsıyor. Haksızlık duygusu.

Öncelikle, bu Dünya’da en çok nefret ettiğim, edebileceğim insanları hayal etmeye çalışıyorum. En kötü şeyleri yapmış olabilecek insanlar, bunları masum insanlara yapmış insanlar, hatta bunları benim tanıdıklarıma yapmış olabilecek insanlar. Ve bu insanlar, hiç bitmeyen, tekrar tekrar yeniden çektikleri bir azabı yaşıyorlar. Bir nokta gelir, yeter derim diye düşünüyorum. Sonsuz bir azap, hiç bitmeyen bir azap bence ne kadar ağır, ne kadar korkunç olursa olsun hiçbir suçun karşılığı olmamalı. Hiçbir suç bence böyle bir cezayı hak edecek kadar büyük değildir.

Üstelik cehennem Allah’a inanmayan insanların hepsinin, nasıl yaşamış olurlarsa olsunlar hepsinin gideceği bir yer. Okuduğum ve dinlediğim heryerde bu şekilde anlatıyor. Ve eğer böyle ise, eğer Allah kendisine inanmayan herkese cehennemde azap çektirecekse, içimde çok güçlü bir ses bu haksızlık diyor. Bu insanlara yapılan haksızlık. Bir Tanrı’nın sadece kendisine inanmıyor diye başka hiçbir suç işlememiş insanlara cehennemde azap çektirmesinin haksızlık olduğunu düşünüyor ve hissediyorum.

Eğer Allah varsa, eğer cehennem doğru ise, eğer oraya girersem, ne düşünürüm ne hissederim bilmiyorum. Anlatıldığı kadarı ile ölümün ardından, Allah’a inanmayan her bir insan pişman olacak, Allah’a kendini affetmesi için yalvaracak ama onlar için artık iş işten geçmiş olacak. Ancak bugün şu anda şunu düşünüyorum, eğer bu Dünya’da ya da öbür Dünya’da birilerine haksızlık ediliyorsa, benim yerim haksızlığa uğrayan o insanların yanı olmalı, onlara destek olmalıyım diye düşünüyorum. Elbette eğer varsa, ve İslam dininin anlattığı gibi ise, Allah’ın cehennemdeki diğer insanlara destek olmama, onların hissettiği azabı biraz olsun hafifletmeme izin vermeyeceğini bildiğim halde.

Kısacası şunu yazabilirim. Eğer Allah varsa, öbür Dünya varsa, ve Allah ve Öbür Dünya okuduğum dini kaynaklardaki gibiyse, ben cennetin köşklerinde yaşamaktansa, cehennemdeki insanların acılarını bir parça olsun dindirmeyi, onlara bir parça olsun destek tercih ederim. En azından bugün, hala bu Dünya’da hayatta olduğum bu anda bu şekilde düşünüyorum. Ve böyle düşünmek, eğer var olan bir Tanrı için bir suçsa bunun bedelini ödemeye hazırım.

Sonuç olarak İslami kaynakları okuduktan sonra kafamda canlanan cennet ve cehennem benim inancımı güçlendirmek bir yana daha da zayıflatıyor. Bu Dünya’da yaşayan herkesin gitmeyi arzulaması gereken cennet benim gitmek istediğim bir yer değil. Hatta kafamda canlandığı kadarı ile cennette bize vaadedilen yaşam benim inandığım değerlere ters bir yaşam. Bu Dünya’da bile cennettekine benzeyen bir yaşam beni mutlu etmez. Cehennem tıpkı yapması gerektiği gibi beni korkutuyor. Ancak korkudan daha güçlü bir duygu, haksızlık duygusu uyandırıyor. Eğer varsa bir Tanrı’nın böylesi bir cehennem yaratacağına, ve suçu ne olursa olsun insanlara, hele de tek günahı kendisine inanmamak olan insanlara orada hiç bitmeyecek bir azap çektireceğine inanmıyorum. Dolayısı ile eğer varsa bile Tanrı’nın kafamda canlanan tarzda bir cennet ve cehennem yaratabileceğine inanmıyorum.

Elbette cennet veya cehennem ile ilgili daha önce okuyup dinlediklerimi yanlış ve hatalı olabilir. Bunu ileri sürecek arkadaşların okumamı önerecekleri ayetleri okumaya hazırım.

No comments:

Post a Comment