İçinde yaşadığımız Evren, Dünya, hatta kendi bedenimiz bize
mucize gibi gelebilecek birçok özelliğe sahiptir. Yıldızların yaydığı ısı ve
ışık, gezegenlerin güneşin etrafında dönmesi, iç organlarımızın çalışması,
vucudumuzdaki hücrelerin yapısı, etrafımızdaki her nesnenin yapıtaşı olan
atomların yapısı aklıma gelen örneklerden birkaçı. Bu örneklerden sadece bir
tanesini bile internette zaman ayırarak araştıran bir insan, araştırdığı konu
ile ilgili hayret verici bilgilere ulaşabilir. Ve kimi insanlara göre,
Evren’in, Dünya’nın ve kendi bedenimizin sahip olduğu bu hayret verici
özellikler Tanrı’nın ya da Allah’ın var olduğunun ispatıdır. Bu insanlara göre,
bu derece sıradışı, akıl almaz özelliğe sahip olan bir Evren’in, Dünya’nın ve
insan bedeninin kendiliğinden oluşmuş olması mümkün değildir. Dolayısı ile
Evren’i, Dünya’yı ve insanı başka bir varlık yaratmış olmalıdır. Onlara göre bu
varlık da Tanrı’dır ya da Allah’tır.
Yukarıda özetle bahsettiğim iddiayı şaşılacak kadar çok
sayıda internet sitesinde, kitapta görmek mümkündür. Gerek Hiristiyanlık’ı
gerekse Müslümanlık’ı yaymak amacı ile basılan broşürlerin, kitapların,
kitapçıkların, internet sitelerinin önemli bir bölümü, bazen yarasından fazlası
yukarıda kısaca bahsettiğim açıklamaya ayrılır. Ve söz konusu yayınların
bazılarında yukarıdaki açıklamanın, Tanrı’nın ya da Allah’ın varlığını bilimsel
bir ispatı olduğu, ve bu açıklamanın hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde
kanıtladığı savunulur. Peki bu iddia doğru mu? Yukarıdaki paragrafta
yazdıklarım Tanrı’nın var olduğunu gerçekten ispatlıyor mu?
Bu sorunun cevabını vermeden önce, şunu belirtmekte fayda
var. Bu yazının ilk paragrafında yazdıklarım Tanrı’nın gerçekten de var olduğunu
ispatlıyor olsa bile, bu ne İncil’in ne de Kuran’ın o Tanrı tarafından
gönderildiğini kanıtlamaz. Hem bir Tanrı’nın var olduğuna inanmak hem de
Hiristiyanlık’ın ve İslam’ın insanlar tarafından oluşturulmuş dinler olmadığına
inanmak mümkündür. Aslında bugün dinsiz olarak tanımlayabileceğimiz insanların
bir bölümü tam olarak da buna inanmaktadır. Söz konusu insanlara kendilerini
Deist olarak adlandırırlar ve bir Tanrı’nın var olduğuna, ancak Dünya’daki
hiçbir dinin o Tanrı tarafından gönderilmiş bir din olmadığına inanırlar. Yani
Hiristiyanlar ya da Müslümanlar, bir Tanrı’nın var olduğunu ispatladıklarında,
kendi dinlerinin de o Tanrı’nın öğretisi olduğunu ispatlamış olmazlar. Ancak
tuhaf bir şekilde, kendi dinlerini yaymak isteyen birçok Hiristiyan ve Müslüman’a
göre, bir Tanrı’nın var olduğunu ispat etmek, kendi dinlerine inanma yolunda
bir insanın atacağı en önemli adımdır.
Şimdi ilk paragrafta yazılan açıklamanın bir Tanrı’nın var
olduğunu bilimsel olarak kanıtlayıp kanıtlamadığını düşünelim. Orta okul
yıllarından beri farklı bilimler, söz konusu bilimlerin kullandığı yöntemler ve
bilim tarihi hakkında elimden geldiğince bilgi edinmeye çalışan bir insan
olarak bu soruya benim vereceğim cevap hayır. Etrafımızdaki Dünya’ya bakmak, o
Dünya’nın bize mucizevi gelen özellikleri olduğunu görmek ve buradan bir
Tanrı’nın ya da Allah’ın o Dünya’yı yarattığı sonucunu çıkarmak, bilimsel bir
ispat değildir. Sadece etrafımızdaki Dünya’nın özelliklerinden yola çıkarak
Allah’ın Dünya’yı yarattığını bilimsel olarak ispat etmek mümkün değildir.
Öncelikle bilimsel ispat sadece mantığı kullanarak olmaz. Fizik, Kimya,
Astronomi gibi bilimler, Evren’in ve Dünya’nın ilk başta insana son derece
mantıksız gibi gelen birçok özelliğinin olduğunu ispatlamışlardır. Yani her
hangi bir şeyin, bize mantıklı gibi gelmesi, onun bilimsel olarak doğru
olduğunun, mantıksız gelmesi ise bilimsel olarak yanlış olduğunun ispatı
değildir.
Örneğin yerçekimi teorisini bilimsel olarak ispat etmek
için, öncelikle yerçekiminin ne olduğunu tanımlamamız gerekir. Bu tanım şu
şekilde yapılır. Evren’de bir kütlesi olan her bir nesne birbirini çekmektedir.
Yani evinizde otururken karşınızda duran duvar, ya da yanınızda oturan
arkadaşınız, ya da evin karşısında duran bina sizi kendine doğru çekmektedir.
Her hangi iki nesnenin birbirini çekme gücü o iki nesnenin kütlelerin
ağırlıkları arttıkça artar, nesneler arasındaki uzaklık arttıkça ise azalır.
Yukarıdaki tanım yerçekimi kuvvetinin ne olduğu hakkında yapılan net bir
tanımdır. Bu tanım yaptıktan sonra, her hangi iki nesnenin gerçekten
birbirilerini bu tanım doğru ise yapmaları gerektiği gibi çekip çekmediklerini
test etmek mümkündür.
Allah’ın Dünya’yı yarattığını bilimsel olarak ispatlamak
için de, öncelikle Allah’ın Dünya’yı nasıl yarattığını net bir şekilde
tanımlamak gerekmektedir. Evren’in veya Dünya’nın nasıl oluştuğuna ilişkin
teoriler vardır ve bu teoriler, Evren’in ve Dünya’nın nasıl oluştuğunu
tanımlarlar. Ancak bu teoriler en azından benim bildiğim kadarı ile bu oluşuma
aklı ve iradesi olan bir varlığın müdahalesi hakkında hiçbir bilgi vermez. Yani Allah Evren’in veya Dünya’nın oluşumunda
bir rol oynadıysa, elimizde bulunan bilimsel teorilerin hiçbiri bu rolün ne
olduğunu tanımlamamaktadır. Örneğin Big Bang Teorisi, Evren’in büyük bir
patlama sonucunda oluştuğunu savunmaktadır. Ve bu patlamanın gerçekten olup
olmadığını test etmek mümkündür. Ancak eğer bu patlama Allah’ın müdahalesi
sonucunda başladıysa, bunu bilimsel olarak ispatlamamız için Allah’ın bu
patlamayı ne şekilde başlattığını da tanımlamamız gerekir. Allah ne yapmıştır
da bu patlama başlamıştır? Bir düğmeye mi basmıştır? Bir kelime söylemiştir de
patlama öyle mi başlamıştır? Allah’ın bu patlamanın olmasını sağlayan eylemi
tam olarak nedir? Bu soruların cevabını vermeden, Allah’ın Evren’i yarattığını
bilimsel olarak ispatlamak mümkün değildir. Ancak İslam dini, bizim bu
soruların cevaplarını hiçbir zaman bilemeyeceğimizi, çünkü söz konusu
cevapların insan aklı ile algılanmasının mümkün olmadığını savunur. Yani
dolaylı olarak İslam dini, Allah’ın varlığı, Allah’ın Evren’i yarattığının
bilimsel olarak ispatlanamayacağını da savunmuş olur.
Dolayısı ile, “Böylesine mucizevi özelliklere sahip bir
Dünya’yı bir Tanrı yaratmış olmalıdır.” cümlesi Dünya’yı Tanrı’nın yarattığına
dair bilimsel bir ispat değildir. Ancak şu soruyu kendimize sormamız yine de
mümkündür. Tanrı’nın var olduğunu ispatlamak için ille de somut bilimsel
kanıtlara, deneylere ihtiyacımız var mı? Sadece aklımızı ve mantığımızı
kullanarak düşündüğümüzde bile Tanrı’nın var olduğu sonucuna ulaşmak mümkün
değil mi?
Bu sorunun cevabının evet olduğunu düşünen birçok insan
vardır. Ve bu insanlar Tanrı’nın var olduğu sonucuna kısaca şu adımları
izleyerek varırlar. Öncelikle derler ki, bugün içinde bulduğumuz Evren’in
varlığını açıklamanın dört yolu vardır. Öncelikle Evren hep var olmuş olabilir.
Eğer bu ihtimal doğru ise zamanda ne kadar geriye gidersek gidelim, Evren’in
var olmadığı bir ana ulaşamayız. Dolayısı ile Evren’in oluştuğu ya da
yaratıldığı bir an yoktur, çünkü Evren’in var olmadığı bir an yoktur. İkinci
ihtimal, Evren’in yoktan varolmuş olma ihtimalidir. Bu ihtimal gerçek ise,
Evren oluşmadan önce uzay içinde hiçbir şey bulunmayan bir boşluktur, ve Evren
bu boşluğun içinden çıkmıştır. Üçüncü ihtimal Evren’in varolmadan önce var olan
başka bir varlık Evren’e dönüşmüş olma ihtimalidir. Dördüncü ihtimal Evren’in bir
Tanrı tarafından yaratılmış olma ihtimalidir. Bu ihtimal gerçekse, Evren var
olmadan önce var olmakta olan bir Tanrı vardır, ve Evren bu Tanrı tarafından
yaratılmıştır. Bu ihtimaller üzerinden giderek Tanrı’nın var olduğunu
kanıtlamak isteyen insanlar ilk üç ihtimalin akıl dışı ve mantıksız olduğunu
gösterdiklerinde, geriye kalan tek ihtimalin yani Evren’i Tanrı’nın yaratmış
olma ihtimalinin doğru olduğun kanıtladıklarını savunurlar. Bu dört ihtimalden
en akıl dışı görünen muhtemelen ikinci ihtimaldir. Dünya üzerinde ya da uzayda
yoktan varolan bildiğimiz hiçbir madde yoktur. Örneğin sıvı haldeki su donup
katılaştığında buza dönüşür. Su monekülü ise oksijen ve hidrojen atomlarının
bir araya gelmesi ile oluşmuştur. Oksijen atomları yıldızlar bulunan hidrojen
atomlarının çekirdeklerinin birleşmesi sayesinde oluşmuştur. Hidrojen atomları,
Evreni oluşturan Büyük patlama sonrası elektron ve protonların birleşmesi ile
oluşmuştur. Nasıl oluştuğunu bildiğimiz hiçbir varlık varlık yoktan var
olmamıştır, ve dolayısı ile her hangi bir varlığın yoktan var olma ihtimali,
insana mantıksız gelecek bir ihtimaldir. Birinci ihtimal, yani Evren’in hep var
olmuş olması, bizi Evren’in nasıl oluştuğunu açıklama derdinden kurtarır. Ancak
bu ihtimal doğru ise bu Evren her zaman var olmuş bir varlık olduğu anlamına
gelir. Böyle bir varlığın, yani her zaman var olmuş varlığın varolma ihtimali
de çoğu insana mantıksız gelen bir ihtimaldir. Üçüncü ihtimal doğru ise, Evren
varolmadan önce varolan, başka bir varlık kendiliğinden Evren’e dönüşmüştür. Bu
ihtimal gerçek ise, o zaman söz konusu varlığın da, ya yoktan var olmuş olması,
ya hep var olmuş olması, ya başka bir varlığın bu varlığa kendiliğinden dönüşmüş
olması, ya da Evren’den önce var olan bu varlığın Tanrı tarafından yaratılmış
olması gerekir. Yani üçüncü ihtimal doğru ise bile, bu bizi yine Evren’den
önceki varlığın nasıl oluştuğu sorusu ile başbaşa bırakır. Sonuç olarak
yeterince geriye gittiğimizde, birinci, ikinci veya dördüncü ihtimalden birisi
geçerli olmak zorundadır. Yani Evren ya da Evren’den önce var olan başka bir
şey ya hep var olmuş olmalı, ya yoktan oluşmuş olmalı, ya da bir Tanrı
tarafından yaratılmış olmalı. Bu dört ihtimalden yola çıkarak Tanrı’nın
varlığını kanıtlamak isteyen insanlara göre ilk iki ihtimal mantıksız olduğu
için, geriye sadece bir ihtimal kalmaktadır, o da Evren’in ya da Evren’den önce
var olan başka bir varlığın bir Tanrı tarafından yaratılmış olma ihtimalidir.
Dolayısı ile bu insanlar ilk iki ihtimalin mantıksızlığının, elimizde kalan son
ihtimalin yani Evren’in Tanrı tarafından yaratıldığını ispatladığını
savunurlar.
Ancak aslında Evren’in Tanrı ya da Allah tarafından
yaratıldığını savunduğumuzda, tıpkı üçüncü ihtimalde olduğu gibi, aslında
kendimize sormamız gereken yeni bir soru yaratmış oluruz. Evren’den önce bir
Tanrı varsa ve Evren’i o Tanrı yaratmışsa, o zaman o Tanrı nasıl var olmuştur?
Bu soruya verecek yine dört cevabımız vardır. Evren’i yaratan Tanrı ya hep var
olagelmiştir, ya yoktan var olmuştur, ya o Tanrı’dan önce var olan varlık
kendiliğinden söz konusu Tanrı’ya dönüşmüştür, ya da o Tanrı’dan önce var olan
bir Tanrı o Tanrı’yı yaratmıştır.
Sonuç olarak, bir Tanrı’nın Evren’i yarattığını savunarak,
kimi insanlara mantıksız gibi görünen iki ihtimalden, yani Evren’in hep var
olagelmiş olma ihtimali ile yoktan varolmuş olma ihtimalinden kaçmak mümkün
değildir. Evren’in kendisi değilse bile, onu yaratan Tanrı, ya da o Tanrı’yı
yaratan Tanrı, ya da o Tanrı’yı yaratan Tanrı’yı yaratan Tanrı, yani yeteri
kadar geriye gittiğimizde bir varlık ya yoktan var olmuş olmalı, ya da
kendisinden sonraki Tanrı’yı ya da Evren’i yaratmadan önce hep varolagelmiş
olmalıdır. Eğer her hangi bir varlık hep varolageldiyse, ya da yoktan
varolduysa, bu varlık ille de Evren’i yaratan Tanrı olmak zorunda değildir, bu
varlık Evren’in kendisi de olabilir.
Kısacası sadece aklımızı ve mantığımızı kullanarak da bir
Tanrı’nın var olması gerektiği sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Elbette tersini,
yani bir Tanrı’nın var olmasının mümkün olmadığı sonucuna da ulaşmak mümkün
değildir. Dolayısı ile, bir Tanrı’nın ya da Allah’ın varlığı veya yokluğu ne
somut kanıtlarla yani bilimsel olarak, ne de sadece aklımızı ve mantığımızı
kullanarak ispatlanamaz. Aslında bunu Ortaçağ’da yaşamış Müslüman ve Hiristiyan
din adamlarının ve filozofların da bir bölümü dile getirmiştir. Söz konusu din
adamları ve filozoflar, Tanrı’nın veya Allah’ın ne gözlerimiz, kulaklarımız,
yani duyu organlarımız tarafından ne de aklımız tarafından algılanamayan bir
varlık olduğunu, Tanrı’yı ya da Allah’ı algılamak için, duyularızın ve
aklımızın ötesine geçmek gerektiğini dile getirmişlerdi. Bu din adamları ve
filozoflara göre Tanrı’nın ya da Allah’ın var olduğunu anlamak görerek, duyarak
ya da düşünerek değil, ancak hissederek mümkündür.
Ben de bu şekilde düşünüyorum. Eğer Allah varsa, ve İslam
dininin bahsettiği gibi bir varlıksa, onun var olduğunu anlamanın tek yolu
Allah’ın var olduğunu hissetmektir. Peki ben Allah’ın ya da her hangi bir
Tanrı’nın var olduğunu kendi içimde hissedebiliyor muyum? Bu soruya ne evet ne
de hayır diyemiyorum. Kimi zamanda zihnimin derinlerinde bir yerde bir Tanrı
varmış gibi hissediyorum. Hatta o Tanrı ile konuşuyorum, bazen o Tanrı’ya dua
ediyorum. Ancak kimi zaman da içimde her hangi bir Tanrı’nın varlığına dair
hiçbir his olmuyor. Hatta tam tersine hiçbir Tanrı’nın var olmadığını
hissediyorum. Kısacası eğer Allah’ın ya da başka bir Tanrı’nın varlığını veya
yokluğunu anlamak, Allah’ın veya başka bir Tanrı’nın varlığını hissederek
mümkünse, ben ne o Tanrı’nın varlığını kesin olarak hissedebiliyorum ne de
yokluğunu. O nedenle ne bir Tanrı’nın varlığına ne de yokluğuna kesin olarak
inanamıyorum. O nedenle de bir Ateist, Deist, Müslüman ya da Hirisityan
değilim. Yakın zamana kadar tam olarak ne olduğumu tanımlayamıyordum. Sonra tam
da benim durumumda olanları tanımlayan bir sözcük olduğunu öğrendim. Bir
Tanrı’nın ne varlığına ne de yokluğuna inanmayan insanların kendi inançlarını
tanımlamak için kullandığı bir sözcük. Agnostik. Ben agnostiğim. Ancak agnostik
olmak aynı zamanda, var olan dinlerin hiçbirine inanmamak demek, dolayısı ile
agnostik olmak aynı zamanda da dinsiz olmak demek. Dolayısı ile bir agnostik
olarak ben de aynı zamanda dinsizim.
Ancak üçüncü ve dördüncü yazılarımın sonlarında belirttiğim
şeyi tekrarlamam gerekirse, bir Tanrı varsa, bile onun yeryüzüne ne Kuran’da
tasvir edildiği gibi bir düzen getirmek istediğine inanmıyorum. Ve yine eğer
varsa bir Tanrı’nın insanlara İslami kaynakları okuduktan sonra kafamda
canlanan cennetle ödüllendirip, kendisine inanmayanları kafamda canlanan
cehennem ile cezalandıracağına inanmıyorum. Dolayısı ile bir Tanrı varsa bile ben
Kuran’ın o Tanrı tarafından gönderilen, kelimesi kelimesine o Tanrı’nın sözü
olan bir kitap olduğuna inanmıyorum. Bunun öncelikli nedeni de, herşeyden önce
içimde bir sesin eğer bir Tanrı varsa Kuran’ın o Tanrı tarafından gönderilen, o
Tanrı’nın sözü olan bir kitap olmadığını hissetmem.
No comments:
Post a Comment