Bir siyasetçinin elindeki medya gücünü nasıl
kullanabileceğini bana en iyi gösteren insan Cem Uzan’dı. ODTÜ’deki ilk yılımdı
sanırım, ve hazırlıktaki birkaç arkadaşımla üniversite içinde dolaştıktan sonra
benim kaldığım yurdun önüne gelmiştik. Yurdun kantinine girdiğimizde içerisinin
tıklım tıklım olduğunu gördük. Yüzün üstünde, belki 200 civarında insan vardı
içeride, ve hepsi Cem Uzan’ı dinliyordu. Bilmeyen arkadaşlar için yazayım, ODTÜ
sol siyasi hareketlerin ön planda olduğu ve sağ siyasi hareketlerin pek
tutunamadığı bir üniversiteydi. Aşağı yukarı tüm tarihi boyunca böyle olmuş bir
üniversite idi ve böyle de kaldı. Dolayısı ile onca öğrencinin hem de bir yurt
kantininde Cem Uzan’ı dinlemesi çok sıra dışı idi. Ancak sonra bunun nedenini
öğrendik. Cem Uzan’ın televizyon kanalı, Türkiye Milli Takımının maçlarından
birini veriyordu, ve kanal Cem Uzan konuşmasını devre arasında yayınlamıştı.
Medya gücü, çoğunlukla siyasi hareketlerin ve sistemin
elindeki önemli silahlardan birisidir. Siyasi hareketler medya gücünü
kullandıklarında, kendileri açısından önemli haberleri öne çıkarırlar ve kendi
eylemlerinin, çözüm önerilerinin, başarılarının duyulmasını sağlarlar. Eğer her
hangi bir siyasi hareket tüm medyayı kontrol ediyorsa bundan fazlasını da
yapabilir. Duyulmasını istemediği haberlerin yayınlanmasını engeleyebilir,
hoşuna gitmeyen siyasetçilere, ideolojilere, kurumlara ve hatta etnik grup ve
devletlere karşı karalama kampanyaları başlatabilir. Hatta bu medya gücü ustaca
kullanıldığında, toplumun geçmişteki olaylara ilişkin algısını değiştirmek,
mesela daha önce kahraman olarak gördüğü bir insana karşı bakışının değiştirmek,
geçmişte ülkesi için büyük bir zafer olarak gördüğü bir olayı hezimet olarak
göstermek, hatta toplumun değerlerini değiştirmek mümkündür. Sonuç olarak bir
siyasi hareket medyanın tamamını kontrol ettiğinde medya o hareketin propaganda
aygıtına dönüşür.
Medya, siyasi her hangi bir örgütün doğrudan kontrol
edemediği zamanlarda bile, sistemin bütününe hizmet edebilen bir makinadır.
Sonuçta her hangi bir ülkede, o ülkenin güçlü insanlarının, güçlü kurumların
tamamını karşısına alan bir medya kuruluşunun ayakta kalması çok zordur. O
nedenle o ülkenin en güçlü insanlarının ve kurumlarının çıkarları, belli
haberlerin yayınlanmamasını, kimi insanlar ya da gruplarla ilgili karalama
kampanyaları başlatılmasını gerekiyorsa, hatta toplumun değerlerinin değişmesini gerektiriyorsa, o
ülkedeki medya kuruluşlarının büyük bölümü, hatta bazen tamamı, bu ortak çıkarların gerektirdiğini yerine
getirecektir. Türkiye’de de AKP iktidarından çok önce bile medyanın bu tarz,
sistemin ortak çıkarını gerektiren durumlarda, benzer manşetler atması, hep
birlikte toplumun bir konuda algısını değiştirmeye çalışması zaman zaman
gördüğümüz bir durumdur. Dolayısı ile evet Türkiye’de en azından ben kendimi
bildim bileli medya her zaman sistemin konrolündeydi. Ama sistemin tepesindeki
tek bir insanın, ya da tek bir kurumun değil, sistemin tamamının
kontrolündeydi, ve siyasi ve ekonomik sistemin en tepesindeki insanların
tamamının çıkarları belli bir noktada buluştuğunda o çıkarlar medyayı
yönlendiriyordu.
AKP ilk yıllarından itibaren medyayı kendi amaçları için
kullanmayı çok iyi bir şekilde başaran bir parti idi. İlk yıllarında bu
başarısı, genelde işadamlarından, Gülen Cemaati’ne, liberallerden kimi solcu
aydınlara kadar çok sayıda Türkiye’de etki sahibi insanı ve kurumu AKP’nin
çıkarları ile kendi çıkarlarının örtüştüğüne inandırması idi. Dolayısı ile
sisteme hizmet eden medya kuruluşları aynı anda AKP’ye de hizmet etmeye
başladı. Burada sisteme hizmet eden medyanın bir özelliğinden daha bahsetmek
lazım. Söz konusu medyanın en önemli özelliklerinden birisi, çok farklı bakış
açılarına sahip olan kimi yazarları içinde barındırabilmesidir. Liberal,
İslamcı, milliyetçi, muhafazakar, İslamcı (ya da ABD’de kiliseci), ya da
siyahların veya hispaniklerin
haklarını savunan, ya da Kürt hareketinin parçası, ya da feminist birçok farklı yazar sisteme hizmet eden medyada belli bir sınırı
aşmadıkça söz hakkına sahip olabilirler. Kendi bakış açılarını dile getirirler,
kendilerince önemli kimi olayları gündeme taşıyabilirler. Bu özellikle radikal
görüşlere sahip kimi yazalar için çok önemli bir fırsat gibi görünür. Ancak
bunun bir bedeli vardır. Hangi görüşe sahip olursa olsun, hiçbir yazar,
sistemle çok ciddi şekilde çelişen görüşler dile getiremez. Sistemin önemli güç
odaklarının hepsinin çıkarı bir noktada buluştuğunda, ve bu ortak çıkar
gazetelerin ortak manşet atmasını, kanalların aynı haberi öne çıkarmasını
gerekiyorsa, ve bu farklı görüşlere sahip yazarlar, söz konusu haber ve manşet
kendi bakış açıları ile çelişiyorsa bile, ya sessiz kalmak zorundadırlar, ya da
çok çok cılız bir sesle, söz konusu manşetleri ve haberleri eleştirmek
zorundadır. Bunu yapmayı başaramayan yazarlar çok satan gazete ve
televizyonlardan kovulurlar. Eğer yapabiliyorlarsa, bu farklı görüşlere sahip
yazarlardan beklenen, sistemin ortak çıkarlarını savunan haberlere ve
manşetlere destek vermektir. İster kendine sostalist desin, ister liberal,
ister İslamcı, her yazar, böyle anlarda vereceği desteğin kendini öne
çıkaracağını bilir. Normal zamanalrda söz konusu manşetler ve haberler, adeta
bir milli refleks olarak göründüğünden, bu haberlere veya manşetlere destek
vermek bir tür “yandaş”lık olarak görülmez. Ve bu kampanyaya destek vermenin
kendisine getireceği gücü fark eden bir yazar, kendi kendini, söz konusu kampanyaya destek
vermenin, kendi bakış açısı ile çelişmediğine inandırabilir. Sonuç olarak aynı
anda, birbirinden farklı görüşte bir çok insan söz konusu kampanyanın içinde
yer alır, ve bu kampanyanın gücünü çok arttırır.
AKP’nin ilk dönemlerinde bu tür kampanyalara defalarca şahit
olduk. Ulusalcıları bir yana bırakabiliriz, zaten ulusalcı yazarlar, giderek
yer aldıkları gazetelerin, kanalların patronları ile çelişip, bir bir
görevlerinden ayrılmak zorunda kaldılar, zamanla diğer görüşteki yazarlar
onları izledi, ancak onlar bu durumla karşılaşan ilk yazarlardı. Ama İslamcı
olarak bilinen, sosyalist olarak bilinen, sosyal demokrat olarak bilinen, liberal
olarak bilinen yazarların her birinin kritik anlarda AKP’ye destek vermesi AKP
için paha biçilmezdi. Ve bunu sağlayan büyük ölçüde, AKP’nin kendi çıkarlarının
sistemin çıkarları ile örtüştüğüne sistemin güçlü insanlarının ve kurumlarının
önemli bölümünü ikna etmesi idi. Elbette ordu ve ulusalcı olarak bilinen
kurumlar bunun dışında tutulabilir. Ancak
bunun dışındaki birçok kurum, örgüt, insan bu konuda ikna edilebildi.
AKP bu gücünü büyük ölçüde korudu, sonra, 2010 referandumu
sonrasında, yavaş yavaş, farklı kurumların, örgütlerin ve insanların desteğini
bir bir kaybetti. 2013 Aralığından sonra kendisine destek veren son bağımsız
kurum sayılabilecek Gülen Cemaati ile birlikte, artık AKP’ye destek veren
kurumların tamamının bu parti ile organik bağı olan, şu ya da bu düzeyde
partinin kontrolündeki kurumlar olduğunu söyleyebiliriz.
AKP’nin bir yandan sistemin kendisine bağımsız kurumları ve
güçleri ile arası bir bir bozulurken, bir yandan bu parti olabildiğince kurumu
doğrudan kendine bağlamaya çalıştı. Ve kendine kısmen ya da tamamen bağlamaya
çalıştığı kurumların arasında medya da vardı. Gazeteler ve televizyonlar söz
konusu olduğunda bu konuda büyük ölçüde başarılı oldu. Bugün, AKP’ye “aşırı
muhalif” sesin çıkabileceği güçlü bir televizyon kanalı yok diyebiliriz, belki
henüz medya kuruluşları ayakta olan cemaatin televizyon kanalını saymazsak. AKP’ye
biraz olsun eleştirel yaklaşan insanların konuşabileceği, hatta AKP’nin işine
gelmeyen haberleri gündeme taşıyabilecek kanal sayısı ise çok azdır. Öyle ki,
Gezi Olayları’nda Türkiye açık ara ile 12 Eylül sonrasının en büyük olaylarını
yaşarken, henüz cemaatin de AKP ile arası iyi olduğu için, biz o güne kadar
önemsiz bir kanal olan Halk TV’den takip etmek zorunda kaldık olayları. Gazetelerin
içinde, sadece kar amacı gütmeyen, ve belli bir ideolojiyi temsil etme iddası
olanlar hala muhalif bir çizgi yürütebiliyor. Hem gazete hem de
televizyonların, her hangi bir parti görevlisi, ya da bürokrat bir yana, kimi
zaman bizzat, şimdiki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, ve birkaç ay öncesinin
başbakanı tarafından denetlendiğini biliyoruz.
Böylesine, doğrudan merkezi siyasi otoriteye bağlı, ve
neredeyse her adımı doğrudan ya da dolaylı bir medya gücünün, AKP’nin ilk yıllarında
sahip olduğu medya gücünden önemli bir farkı var. AKP’nin ilk yıllarında,
birbirinden bağımsız görünen birçok yazar, ve tarafsız gibi görünen birçok
medya kuruluşu kritik dönemeçlerde hükümeti destekliyordu ve bu adeta, hükümetin
siyasi görüşü ve toplumsal konumu ne olursa olsun kimsenin (belki ulusalcılar
dışında kimsenin) reddemeyeceği kadar iyi işler yarattığı izlenimi yaratıyordu.
Bu medya kuruluşlarını takip eden insanlar birbirinden bağımsız birçok gazetenin,
televizyonun ve birbirlerinden farklı düşünen yazarın hükümeti destekleme
konusunda buluştuğu izlenimine kapılıyordu.
Oysa şimdi, AKP’yi desteklemenin kendisi bir tür siyasi
pozisyon haline geldi. Ve birçok kritik dönemeçte AKP’yi destekleyen yazarlar, siyasi
olarak kendilerini AKP’nin yanında konumlandırmış yazarlar. Medyanın AKP’nin
kontrolü altında olduğunu toplumun önemli bölümü kabul ediyor. AKP de zaten
bunu reddetmiyor. Dolayısı ile AKP kendisine verilen desteğin, doğal bir destek
olduğuna, insanların ve basın kuruluşlarının hiçbir baskı altında kalmadan
verilen bir destek olduğuna insanları inandırma gücünü kaybetti.
Bu önemli bir kayıp, ama AKP bu kaybın karşılığında bir şey
kazandı. Örneğin, cumhurbakanı her hangi bir yerde kamera karşısında
çıktığında, televizyon kanallarının önemli bir bölümü onu yayınlıyor. Her hangi
bir televizyon kanalında, 30 ya da 40 ulusal kanalın yarısında saatlerce
kendisini izlemek zorunda kalmak mümkün. Cumhurbaşkanının kendisi bizzat
çıkamadığı zaman, onun bakanları, bürokratları, doğrudan AKP’nin yanında
konumlanmış yazar ve yorumcular bu kanallarda ve gazetelerde, AKP’nin bakış
açısını ve kampanyalarını gündeme taşıyorlar. Bu AKP’ye öncelikle gündemi
belirleme konusunda büyük bir güç veriyor. İkincisi toplumun değerlerini,
izlenimlerini ve algısını değiştirme gücüne sahip AKP. Her ne kadar herkes
televizyon ve gazetelerin önemli bölümünün AKP etkisinde olduğunu bilse de, her
televizyondan ve gazetelerin büyük bölümünden aynı şeyi duymak, ister istemez
insanların bir şeylere inanmasını sağlayabiliyor. Burada AKP’nin yanında doğrudan konumlanmış bir takım önemli yazar
ve yorumcuların, öncelikle AKP karşıtlarını hedef aldıklarını belirtmeliyiz.
Engin Ardıç, Yiğit Bulut, Rasim Ozan Kütahyalı’nın bu isimlerin arasında
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yazarlar, öncelikle AKP muhaliflerine, AKP’nin
muazzam ve yıkılmaz bir güce sahip olduğunu, AKP’ye karşı çıkma şansı olan tüm
partilerin, hareketlerin ve hatta tek tek insanların ne kadar beceriksiz ve
güvenilmez olduğunu ve AKP’nin iktidardan düşmesi için gösterilen çabanın
anlamsız ve boşa olduğunu söylüyor ve onları buna inandırmaya çalışıyorlar.
Böylesi bir gücün, 30lu, ya da 50li yıllarda, hatta belki 80lerde, hızla önemli
bölümü AKPli, kalan küçük AKP muhalifi de umutsuz ve köşesine çekilmiş bir
Türkiye yaratacağı şüphesiz. Ancak 2010larda herşey AKP’nin istediği gibi gitmiyor.
Ve bunun en önemli nedeni de, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının her gün
biraz daha zararlı bir şey olduğunu düşündüğünü söylediği internet.
Zira, böylesine doğallıktan uzak, böylesine belli bir kuruma
ve hatta kişiye doğrudan hizmet ettiği belli olan propaganda mekanizmasının
mutlak başarısı, olabildiğince, muhalif sesleri susturması ile mümkün.
Zamanında diktatörlükle yönetilen bir ülkenin propaganda bakanının dediği gibi,
her ne kadar inandırıcılığı sınırlı olsa da insanların duyduğu tek ses haline
gelen bir propaganda makinesi, her gün insanın kafasına bir çivinin küçük
bölümünü çakar. İnsan ne kadar saçma bulsa da her gün zihni küçük de olsa bir
parça daha bu propaganda makinasının söylediklerine inanır. Öyle bir zaman gelir
ki, çivinin tamamı insanın kafasına çakılmış olur, insan tamamen o makinanın
sahibinin istediği gibi düşünür ve bunu fark etmez bile. Ancak eğer söz konusu
ülkede, o makinanın kontrolünde olmayan, o çakılan çiviyi çıkarmaya uğraşan,
kısmen de olsa etkili kimi iletişim araçları, medya kuruluşları varsa, o çiviyi
çakma işi çok daha uzun ve zorlu bir iş haline gelir.
Ve 2010’dan başlayarak bir yandan medya giderek doğrudan AKP’ye
bağlı bir makinaya dönüşürken, bir yandan internet bir bütün halinde, tam da bu
propaganda aygıtını aksine çalışan bir güç haline geldi. Kendini AKP’nin
muhalifi olarak gören insanların o güne kadar tarafsız olduğunu düşündükleri
medya kuruluşları bir bir açıkça ve reddedilemez bir şekilde muhalif oldukları AKP’nin
sesi haline geldikçe, internetteki, kimi o güne kadar sınırlı etkiye sahip,
ideolojik haber portalları, tartışma ve fikir platformları, hatta zamanla
ekşisözlük gibi bambaşka bir işleve sahip internet siteleri, ve zamanla
facebook, twitter ve youtube gibi siteler bile, söz konusu için haber
kaynakları ve kendi görüşlerini ifade edip, kendileri ile benzer insanların
görüşlerini duyabilecekleri alanlara dönüştü. Dolayısı ile internet, kimi zaman
AKP’nin duyulmasını hiç istemediği bir haberin duyulmasına neden oldu, öyle ki,
AKP’nin kontrolündeki televizyon ve gazeteler bile bu haberi en azından bir
idda olarak yanınlamak zorunda kaldı, bazen de AKP’nin duyulmasını istemediği,
sesler, fikirler, bakış açıları internet sayesinde hiç umulmadık sayıda insana
ulaştı. Öyle ki AKPli yazarlar, bürokratlar, bakanlar ve milletvekilleri ve
hatta kimi zaman bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının bizzat kendisi
internette dile getirilenleri muhattap almak zorunda kaldı.
İnternetin bize, AKP muhaliflerine sağladığı güç kesinlikle
çok değerli, bizim söz konusu partinin propaganda aygıtına karşı mücadele
ederken kullanabileceğimiz çok önemli bir araç internet. Ancak internetin bu
gücü AKP’nin medya gücünün anlamsız ve etkisiz hale geldiğini göstermiyor. Herşeyden
önce Türkiye’de insanların önemli bölümü, AKP muhaliflerinin de önemli bölümü
hale televizyon izliyor, her gün evine gazete alıp okuyor. Dolayısı ile
internetten alternatif bakış açılarını ve haberleri görebilse de yine de
hükümetin onların duymasını istediği sesleri defalarca duyuyor, görmesini
istedikleri manşetleri tekrar tekrar görüyor. Dolayısı ile makine çalışıyor, ve
Türkiye’deki insanların önemli bölümü bundan kaçamıyor. Ve her gün belli bir
partinin dile getirdiği görüşü tekrar tekrar duyan insanların bu görüşün etki
altında kalması, hatta kimi zaman bildiklerini bile unutması kaçınılmaz.
Böylesi bir propaganda gücünün etkisi konusundaki en çarpıcı
örneklerden birisini ABD’de IWW adındaki sendikanın verdiği bir eğitimde
dinlemiştim. İşgücü ve işçiler, benim bir ekonomist olarak öncelikli ilgi
alanım, dolayısı ile sendikalar da ilgilendiğim bu alanın parçası, ve bu
eğitimden sendikacılık hakkında pratik bilgiler edinerek ayrılmayı umuyordum,
öyle de oldu. Eğitimde dile getirdikleri önemli uyarılardan birisi, patronların
işçi kitlesinin önünde konuşup onları sendikaya katılmama konusunda ikna etmeye
çalıştığı katılımı zorunlu toplantılar hakkındaydı. Sendikacılar, bu konumda
kalan dinleyici kitlelerine ele geçirilmiş dinleyici kitlesi diyorlardı. Ve her
ne kadar AKP’nin propaganda makinesi ile kıyaslandığında sınırlı bir etkiye
sahip de olsa, bu ele geçirilmiş kitleye yapılan konuşmanın etkisini asla
küçümsemeyin diyorlardı. Patron bir kere kitleyi ele geçirdiğinde, onun
korkularını, umutlarını, şüphelerini bildiği sürece, onu istediği şekilde
yönlendirecek güce sahip olurdu, ve kitle en azından bir süre için patronun
inanmasını istediği şeye inanırdı, IWW yöneticileri defalarca, bu konuşmaların sendikalarına
konuşma öncesinde verilen 90%lara varan desteği 10%lara kadar düşürdüğünü
söylemişlerdi. Ele geçirilmiş bir dinleyici kitlesi tekrar tekrar aynı şeyi
dinlemek zorunda olduğunda, karşı hiçbir görüşü duyma şansı olmadığında, bu
kitlenin onu ele geçiren kişinin istediği gibi düşünmesini engellemenin tek
yolu o kitleyi hazırlamaktır. Dolayısı ile ele geçirilmiş bir dinleyici
kitlesinin içinde kalmamız kaçınılmazsa, söz konusu konuşmayı dinleyenler ve
dinleyecekler olarak hem kendimizi hem de birbirlerimizi bu konuşmaya
hazırlamalıyız.
Bugün de Türkiye’deki
insanların tamamı dev bir ele geçirilmiş dinleyici kitlesi gibi, dolayısı ile,
defalarca duyduğumuz ve okuduğumuz kelimeleri dile getirenlerin istediği
düşünmemek, korkmamak, ümitsizliğe kapılmamak, karşımızda yenilmez bir adamın,
partinin olduğu düşüncesine kapılmamak için her birimiz hem kendimizi hem de
etrafımızdakileri olabildiğince bu konuşmalara, yazılara, makalelere
hazırlamalıyız. Yazımın geri kalanında bu konuda neler yapabileceğimize ilişkin
tavsiyelerimi yazacağım.
1)
Her birimiz, gücümüz, zamanımız ve kişisel,
ailevi sorumluluklarımız el verdiğince, bir haber ağının parçası haline
gelmeliyiz. Her gün, internette güvenilir bulduğumuz haber kaynaklarını takip
edip, bir tane bile olsa, önemli olduğunu düşündüğümüz ve geri planda kalan bir
haberi paylaşmak bile tüm gazetelerden, televizyonlardan ve internetten
bağımsız, doğrudan tek tek insanların değer yargılarına göre önemli olan
haberlerin öne çıkıp diğerlerinin arka planda kaldığı bir ağın oluşmasına katkı
sağlamak demektir.
2)
Her birimiz, en güvendiğimiz haber kaynaklarına
bile şüphe ile yaklaşmalıyız. Kendi yaşamımız ve uzmanlık alanımızın yardımı
ile söz konusu haberlerin ne kadar doğru ya da yanlış olabileceğini elbette
yine zamanımız, ve gücümüz el verdiğince sorgulamalıyız. Örneğin bir makine
mühendisliği, İstanbul ile ilgili bir haberin teknik detaylarının doğruluğunu
sorgulayabilir, ve haberin içince söz konusu teknik bilgiye sahip bir insanın
görebileceği bir çelişki varsa bu konuda etrafındakileri bilgilendirebilir.
Benzer bir şekilde bir maden işçisi, madenlerdeki çalışma koşullarını yanlış
yansıtan, köyde yaşayan bir insan hayvancılık ve tarımla ilgili yanlış bilgiler
içeren haberler söz konusu olduğunda, ya da her hangi bir haber, kendi bilgi ve
uzmanlıkları ile ilgili konularda soru işareti uyandırdığında, etrafındaki
insanları bilgilendirebilir.
3)
Hemen her konuda, en bilinen, en belirgin
görünen gerçekleri bile tekrar tekrar insanlara hatırlatmalıyız. Unutmamalıyız
ki karşımızda bildiğimiz her şeyi bize unutturmaya çalışan bir makina var.
Gökyüzünün mavi olduğunu, deniz suyunun tuzlu olduğunu, balıkların yüzüp,
kuşların uçtuğunu bile insanlara tekrar tekrar hatırlatmak zorunda kalabiliriz.
Bu propaganda makinasının bildiğimiz gerçekleri unutturma konusunda, en
ummadığımız insanlarda bile, örneğin sosyalistlerde, Kürt Hareketi’de,
ulusalcıların içinde, yani şu veya bu nedenle AKPli ya da potansiyel AKPli
olmayan insanlarda bile etkili olabildiğini unutmamalıyız. Unutmayalım ki, söz
konusu makinanın tek hedefi AKPliler değil, en az AKPliler kadar belki daha
fazla, hedefte biz AKP muhalifi olan, ya da en azından AKP yanlısı olmayanlar
var. O nedenle birbirimize en açık ve net gerçekleri hatırlatmaktan bile
bıkmamamız lazım.
4)
İnternetteki tartışma platformlarının her biri
bizim için çok değerli. Bu platformları öncelikle, fikirlerin, bakış açılarının
tartışıldığı platformlar haline getirmeliyiz. Elbette her birimizin hissettiği
duyguları ifade etmeye ihtiyacı var. Ancak bu duyguların ifade edilmesi, sağlıklı
tartışma zeminlerini yok edebiliyor ve duygularımızı ifade ettiğimiz kimi
zeminler de olabilir internette. Ancak aynı zamanda fikirlerin, bakış
açılarının tartıştığı platformlar da olmalı. Ve elimizden geldiğince duygularımızı
ifade ederken bu tartışma platformlarına zarar vermemeye dikkat etmeliyiz.
Elbette bunu birbirimizi, hatta AKPlileri olabildiğince kırmadan, olabildiğince
insanların birbirlerine duyduğu saygıyı yok etmeden yapmalıyız.
5)
AKPlilerle tartıştığımız ortamlarda, fikirlerin
tartışıldığı bir ortamın, karşılıklı hakaretleşmeye dönüşmemesi için mücadele
etmeliyiz. Unutmayalım, internetteki tartışma platformları biz AKP muhalifleri
için paha biçilmez. AKP yanlılarının kendilerini ifade edebilecekleri sayısız
kanal var. Bizim ise internet dışında kendimizi ifade edebileceğimiz ortamlar
çok sınırlı. Dolayısı ile internetteki tartışma zeminlerinin sağlıklı zeminler
olarak kalmasını sağlamak bizim için daha önemli.
Bu öneriler ilk aklıma gelenler.
Elbette, yukarıda dile getirdiğim öneriler eleştirilebilir, ya da sayıları
çoğaltılarbilir, daha başka şeyler de eklenebilir. Ancak AKP muhalifleri
olarak, her birimiz, bireyler olarak, ve AKP muhalifi kurumlar olarak, yeni,
her hangi bir merkeze dayanmayan, gücünü tek tek insanlardan alan hem
haberlerin hem de fikirlerin çok daha özgürce ifade edilebildiği yeni bir medyanın
kurulmasında rol oynayabiliriz. Aslında bunu zaten yapıyoruz. Ve böyle bir
medyanın inşaasına gezi olaylarından önce başladık. Eğer başlamasak zaten Gezi
Olayları mümkün olmazdı. Ancak gücünü tek tek insanlardan alan yeni medya
ağını, daha etkili ve daha güçlü hale getirmemiz mümkün. Ve biz bu yeni medya
ağı daha güçlü hale geldikçe, AKP’nin propaganda mekanizmasının işi daha da
zorlaşacaktır. Kişisel olarak, ben bu yeni medya ağının, AKP ile mücadelenin
bize getirdiği en büyük artılardan biri olarak görüyorum.
No comments:
Post a Comment