Sunday, October 5, 2014

AKP’nin Propaganda Makinası ve Muhalefetin Elindeki Seçenekler


Bir siyasetçinin elindeki medya gücünü nasıl kullanabileceğini bana en iyi gösteren insan Cem Uzan’dı. ODTÜ’deki ilk yılımdı sanırım, ve hazırlıktaki birkaç arkadaşımla üniversite içinde dolaştıktan sonra benim kaldığım yurdun önüne gelmiştik. Yurdun kantinine girdiğimizde içerisinin tıklım tıklım olduğunu gördük. Yüzün üstünde, belki 200 civarında insan vardı içeride, ve hepsi Cem Uzan’ı dinliyordu. Bilmeyen arkadaşlar için yazayım, ODTÜ sol siyasi hareketlerin ön planda olduğu ve sağ siyasi hareketlerin pek tutunamadığı bir üniversiteydi. Aşağı yukarı tüm tarihi boyunca böyle olmuş bir üniversite idi ve böyle de kaldı. Dolayısı ile onca öğrencinin hem de bir yurt kantininde Cem Uzan’ı dinlemesi çok sıra dışı idi. Ancak sonra bunun nedenini öğrendik. Cem Uzan’ın televizyon kanalı, Türkiye Milli Takımının maçlarından birini veriyordu, ve kanal Cem Uzan konuşmasını devre arasında yayınlamıştı.

Medya gücü, çoğunlukla siyasi hareketlerin ve sistemin elindeki önemli silahlardan birisidir. Siyasi hareketler medya gücünü kullandıklarında, kendileri açısından önemli haberleri öne çıkarırlar ve kendi eylemlerinin, çözüm önerilerinin, başarılarının duyulmasını sağlarlar. Eğer her hangi bir siyasi hareket tüm medyayı kontrol ediyorsa bundan fazlasını da yapabilir. Duyulmasını istemediği haberlerin yayınlanmasını engeleyebilir, hoşuna gitmeyen siyasetçilere, ideolojilere, kurumlara ve hatta etnik grup ve devletlere karşı karalama kampanyaları başlatabilir. Hatta bu medya gücü ustaca kullanıldığında, toplumun geçmişteki olaylara ilişkin algısını değiştirmek, mesela daha önce kahraman olarak gördüğü bir insana karşı bakışının değiştirmek, geçmişte ülkesi için büyük bir zafer olarak gördüğü bir olayı hezimet olarak göstermek, hatta toplumun değerlerini değiştirmek mümkündür. Sonuç olarak bir siyasi hareket medyanın tamamını kontrol ettiğinde medya o hareketin propaganda aygıtına dönüşür.

Medya, siyasi her hangi bir örgütün doğrudan kontrol edemediği zamanlarda bile, sistemin bütününe hizmet edebilen bir makinadır. Sonuçta her hangi bir ülkede, o ülkenin güçlü insanlarının, güçlü kurumların tamamını karşısına alan bir medya kuruluşunun ayakta kalması çok zordur. O nedenle o ülkenin en güçlü insanlarının ve kurumlarının çıkarları, belli haberlerin yayınlanmamasını, kimi insanlar ya da gruplarla ilgili karalama kampanyaları başlatılmasını gerekiyorsa, hatta toplumun  değerlerinin değişmesini gerektiriyorsa, o ülkedeki medya kuruluşlarının büyük bölümü, hatta bazen tamamı, bu  ortak çıkarların gerektirdiğini yerine getirecektir. Türkiye’de de AKP iktidarından çok önce bile medyanın bu tarz, sistemin ortak çıkarını gerektiren durumlarda, benzer manşetler atması, hep birlikte toplumun bir konuda algısını değiştirmeye çalışması zaman zaman gördüğümüz bir durumdur. Dolayısı ile evet Türkiye’de en azından ben kendimi bildim bileli medya her zaman sistemin konrolündeydi. Ama sistemin tepesindeki tek bir insanın, ya da tek bir kurumun değil, sistemin tamamının kontrolündeydi, ve siyasi ve ekonomik sistemin en tepesindeki insanların tamamının çıkarları belli bir noktada buluştuğunda o çıkarlar medyayı yönlendiriyordu.

AKP ilk yıllarından itibaren medyayı kendi amaçları için kullanmayı çok iyi bir şekilde başaran bir parti idi. İlk yıllarında bu başarısı, genelde işadamlarından, Gülen Cemaati’ne, liberallerden kimi solcu aydınlara kadar çok sayıda Türkiye’de etki sahibi insanı ve kurumu AKP’nin çıkarları ile kendi çıkarlarının örtüştüğüne inandırması idi. Dolayısı ile sisteme hizmet eden medya kuruluşları aynı anda AKP’ye de hizmet etmeye başladı. Burada sisteme hizmet eden medyanın bir özelliğinden daha bahsetmek lazım. Söz konusu medyanın en önemli özelliklerinden birisi, çok farklı bakış açılarına sahip olan kimi yazarları içinde barındırabilmesidir. Liberal, İslamcı, milliyetçi, muhafazakar, İslamcı (ya da ABD’de kiliseci), ya da siyahların veya hispaniklerin  haklarını savunan, ya da Kürt hareketinin parçası, ya da feminist birçok farklı yazar sisteme hizmet eden medyada belli bir sınırı aşmadıkça söz hakkına sahip olabilirler. Kendi bakış açılarını dile getirirler, kendilerince önemli kimi olayları gündeme taşıyabilirler. Bu özellikle radikal görüşlere sahip kimi yazalar için çok önemli bir fırsat gibi görünür. Ancak bunun bir bedeli vardır. Hangi görüşe sahip olursa olsun, hiçbir yazar, sistemle çok ciddi şekilde çelişen görüşler dile getiremez. Sistemin önemli güç odaklarının hepsinin çıkarı bir noktada buluştuğunda, ve bu ortak çıkar gazetelerin ortak manşet atmasını, kanalların aynı haberi öne çıkarmasını gerekiyorsa, ve bu farklı görüşlere sahip yazarlar, söz konusu haber ve manşet kendi bakış açıları ile çelişiyorsa bile, ya sessiz kalmak zorundadırlar, ya da çok çok cılız bir sesle, söz konusu manşetleri ve haberleri eleştirmek zorundadır. Bunu yapmayı başaramayan yazarlar çok satan gazete ve televizyonlardan kovulurlar. Eğer yapabiliyorlarsa, bu farklı görüşlere sahip yazarlardan beklenen, sistemin ortak çıkarlarını savunan haberlere ve manşetlere destek vermektir. İster kendine sostalist desin, ister liberal, ister İslamcı, her yazar, böyle anlarda vereceği desteğin kendini öne çıkaracağını bilir. Normal zamanalrda söz konusu manşetler ve haberler, adeta bir milli refleks olarak göründüğünden, bu haberlere veya manşetlere destek vermek bir tür “yandaş”lık olarak görülmez. Ve bu kampanyaya destek vermenin kendisine getireceği gücü fark eden bir yazar, kendi  kendini, söz konusu kampanyaya destek vermenin, kendi bakış açısı ile çelişmediğine inandırabilir. Sonuç olarak aynı anda, birbirinden farklı görüşte bir çok insan söz konusu kampanyanın içinde yer alır, ve bu kampanyanın gücünü çok arttırır.

AKP’nin ilk dönemlerinde bu tür kampanyalara defalarca şahit olduk. Ulusalcıları bir yana bırakabiliriz, zaten ulusalcı yazarlar, giderek yer aldıkları gazetelerin, kanalların patronları ile çelişip, bir bir görevlerinden ayrılmak zorunda kaldılar, zamanla diğer görüşteki yazarlar onları izledi, ancak onlar bu durumla karşılaşan ilk yazarlardı. Ama İslamcı olarak bilinen, sosyalist olarak bilinen, sosyal demokrat olarak bilinen, liberal olarak bilinen yazarların her birinin kritik anlarda AKP’ye destek vermesi AKP için paha biçilmezdi. Ve bunu sağlayan büyük ölçüde, AKP’nin kendi çıkarlarının sistemin çıkarları ile örtüştüğüne sistemin güçlü insanlarının ve kurumlarının önemli bölümünü ikna etmesi idi. Elbette ordu ve ulusalcı olarak bilinen kurumlar bunun dışında tutulabilir.  Ancak bunun dışındaki birçok kurum, örgüt, insan bu konuda ikna edilebildi.

AKP bu gücünü büyük ölçüde korudu, sonra, 2010 referandumu sonrasında, yavaş yavaş, farklı kurumların, örgütlerin ve insanların desteğini bir bir kaybetti. 2013 Aralığından sonra kendisine destek veren son bağımsız kurum sayılabilecek Gülen Cemaati ile birlikte, artık AKP’ye destek veren kurumların tamamının bu parti ile organik bağı olan, şu ya da bu düzeyde partinin kontrolündeki kurumlar olduğunu söyleyebiliriz.

AKP’nin bir yandan sistemin kendisine bağımsız kurumları ve güçleri ile arası bir bir bozulurken, bir yandan bu parti olabildiğince kurumu doğrudan kendine bağlamaya çalıştı. Ve kendine kısmen ya da tamamen bağlamaya çalıştığı kurumların arasında medya da vardı. Gazeteler ve televizyonlar söz konusu olduğunda bu konuda büyük ölçüde başarılı oldu. Bugün, AKP’ye “aşırı muhalif” sesin çıkabileceği güçlü bir televizyon kanalı yok diyebiliriz, belki henüz medya kuruluşları ayakta olan cemaatin televizyon kanalını saymazsak. AKP’ye biraz olsun eleştirel yaklaşan insanların konuşabileceği, hatta AKP’nin işine gelmeyen haberleri gündeme taşıyabilecek kanal sayısı ise çok azdır. Öyle ki, Gezi Olayları’nda Türkiye açık ara ile 12 Eylül sonrasının en büyük olaylarını yaşarken, henüz cemaatin de AKP ile arası iyi olduğu için, biz o güne kadar önemsiz bir kanal olan Halk TV’den takip etmek zorunda kaldık olayları. Gazetelerin içinde, sadece kar amacı gütmeyen, ve belli bir ideolojiyi temsil etme iddası olanlar hala muhalif bir çizgi yürütebiliyor. Hem gazete hem de televizyonların, her hangi bir parti görevlisi, ya da bürokrat bir yana, kimi zaman bizzat, şimdiki Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, ve birkaç ay öncesinin başbakanı tarafından denetlendiğini biliyoruz.

Böylesine, doğrudan merkezi siyasi otoriteye bağlı, ve neredeyse her adımı doğrudan ya da dolaylı  bir medya gücünün, AKP’nin ilk yıllarında sahip olduğu medya gücünden önemli bir farkı var. AKP’nin ilk yıllarında, birbirinden bağımsız görünen birçok yazar, ve tarafsız gibi görünen birçok medya kuruluşu kritik dönemeçlerde hükümeti destekliyordu ve bu adeta, hükümetin siyasi görüşü ve toplumsal konumu ne olursa olsun kimsenin (belki ulusalcılar dışında kimsenin) reddemeyeceği kadar iyi işler yarattığı izlenimi yaratıyordu. Bu medya kuruluşlarını takip eden insanlar birbirinden bağımsız birçok gazetenin, televizyonun ve birbirlerinden farklı düşünen yazarın hükümeti destekleme konusunda buluştuğu izlenimine kapılıyordu.

Oysa şimdi, AKP’yi desteklemenin kendisi bir tür siyasi pozisyon haline geldi. Ve birçok kritik dönemeçte AKP’yi destekleyen yazarlar, siyasi olarak kendilerini AKP’nin yanında konumlandırmış yazarlar. Medyanın AKP’nin kontrolü altında olduğunu toplumun önemli bölümü kabul ediyor. AKP de zaten bunu reddetmiyor. Dolayısı ile AKP kendisine verilen desteğin, doğal bir destek olduğuna, insanların ve basın kuruluşlarının hiçbir baskı altında kalmadan verilen bir destek olduğuna insanları inandırma gücünü kaybetti.

Bu önemli bir kayıp, ama AKP bu kaybın karşılığında bir şey kazandı. Örneğin, cumhurbakanı her hangi bir yerde kamera karşısında çıktığında, televizyon kanallarının önemli bir bölümü onu yayınlıyor. Her hangi bir televizyon kanalında, 30 ya da 40 ulusal kanalın yarısında saatlerce kendisini izlemek zorunda kalmak mümkün. Cumhurbaşkanının kendisi bizzat çıkamadığı zaman, onun bakanları, bürokratları, doğrudan AKP’nin yanında konumlanmış yazar ve yorumcular bu kanallarda ve gazetelerde, AKP’nin bakış açısını ve kampanyalarını gündeme taşıyorlar. Bu AKP’ye öncelikle gündemi belirleme konusunda büyük bir güç veriyor. İkincisi toplumun değerlerini, izlenimlerini ve algısını değiştirme gücüne sahip AKP. Her ne kadar herkes televizyon ve gazetelerin önemli bölümünün AKP etkisinde olduğunu bilse de, her televizyondan ve gazetelerin büyük bölümünden aynı şeyi duymak, ister istemez insanların bir şeylere inanmasını sağlayabiliyor. Burada AKP’nin  yanında doğrudan konumlanmış bir takım önemli yazar ve yorumcuların, öncelikle AKP karşıtlarını hedef aldıklarını belirtmeliyiz. Engin Ardıç, Yiğit Bulut, Rasim Ozan Kütahyalı’nın bu isimlerin arasında olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu yazarlar, öncelikle AKP muhaliflerine, AKP’nin muazzam ve yıkılmaz bir güce sahip olduğunu, AKP’ye karşı çıkma şansı olan tüm partilerin, hareketlerin ve hatta tek tek insanların ne kadar beceriksiz ve güvenilmez olduğunu ve AKP’nin iktidardan düşmesi için gösterilen çabanın anlamsız ve boşa olduğunu söylüyor ve onları buna inandırmaya çalışıyorlar. Böylesi bir gücün, 30lu, ya da 50li yıllarda, hatta belki 80lerde, hızla önemli bölümü AKPli, kalan küçük AKP muhalifi de umutsuz ve köşesine çekilmiş bir Türkiye yaratacağı şüphesiz. Ancak 2010larda herşey AKP’nin istediği gibi gitmiyor. Ve bunun en önemli nedeni de, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının her gün biraz daha zararlı bir şey olduğunu düşündüğünü söylediği internet.

Zira, böylesine doğallıktan uzak, böylesine belli bir kuruma ve hatta kişiye doğrudan hizmet ettiği belli olan propaganda mekanizmasının mutlak başarısı, olabildiğince, muhalif sesleri susturması ile mümkün. Zamanında diktatörlükle yönetilen bir ülkenin propaganda bakanının dediği gibi, her ne kadar inandırıcılığı sınırlı olsa da insanların duyduğu tek ses haline gelen bir propaganda makinesi, her gün insanın kafasına bir çivinin küçük bölümünü çakar. İnsan ne kadar saçma bulsa da her gün zihni küçük de olsa bir parça daha bu propaganda makinasının söylediklerine inanır. Öyle bir zaman gelir ki, çivinin tamamı insanın kafasına çakılmış olur, insan tamamen o makinanın sahibinin istediği gibi düşünür ve bunu fark etmez bile. Ancak eğer söz konusu ülkede, o makinanın kontrolünde olmayan, o çakılan çiviyi çıkarmaya uğraşan, kısmen de olsa etkili kimi iletişim araçları, medya kuruluşları varsa, o çiviyi çakma işi çok daha uzun ve zorlu bir iş haline gelir.

Ve 2010’dan başlayarak bir yandan medya giderek doğrudan AKP’ye bağlı bir makinaya dönüşürken, bir yandan internet bir bütün halinde, tam da bu propaganda aygıtını aksine çalışan bir güç haline geldi. Kendini AKP’nin muhalifi olarak gören insanların o güne kadar tarafsız olduğunu düşündükleri medya kuruluşları bir bir açıkça ve reddedilemez bir şekilde muhalif oldukları AKP’nin sesi haline geldikçe, internetteki, kimi o güne kadar sınırlı etkiye sahip, ideolojik haber portalları, tartışma ve fikir platformları, hatta zamanla ekşisözlük gibi bambaşka bir işleve sahip internet siteleri, ve zamanla facebook, twitter ve youtube gibi siteler bile, söz konusu için haber kaynakları ve kendi görüşlerini ifade edip, kendileri ile benzer insanların görüşlerini duyabilecekleri alanlara dönüştü. Dolayısı ile internet, kimi zaman AKP’nin duyulmasını hiç istemediği bir haberin duyulmasına neden oldu, öyle ki, AKP’nin kontrolündeki televizyon ve gazeteler bile bu haberi en azından bir idda olarak yanınlamak zorunda kaldı, bazen de AKP’nin duyulmasını istemediği, sesler, fikirler, bakış açıları internet sayesinde hiç umulmadık sayıda insana ulaştı. Öyle ki AKPli yazarlar, bürokratlar, bakanlar ve milletvekilleri ve hatta kimi zaman bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının bizzat kendisi internette dile getirilenleri muhattap almak zorunda kaldı.

İnternetin bize, AKP muhaliflerine sağladığı güç kesinlikle çok değerli, bizim söz konusu partinin propaganda aygıtına karşı mücadele ederken kullanabileceğimiz çok önemli bir araç internet. Ancak internetin bu gücü AKP’nin medya gücünün anlamsız ve etkisiz hale geldiğini göstermiyor. Herşeyden önce Türkiye’de insanların önemli bölümü, AKP muhaliflerinin de önemli bölümü hale televizyon izliyor, her gün evine gazete alıp okuyor. Dolayısı ile internetten alternatif bakış açılarını ve haberleri görebilse de yine de hükümetin onların duymasını istediği sesleri defalarca duyuyor, görmesini istedikleri manşetleri tekrar tekrar görüyor. Dolayısı ile makine çalışıyor, ve Türkiye’deki insanların önemli bölümü bundan kaçamıyor. Ve her gün belli bir partinin dile getirdiği görüşü tekrar tekrar duyan insanların bu görüşün etki altında kalması, hatta kimi zaman bildiklerini bile unutması kaçınılmaz.

Böylesi bir propaganda gücünün etkisi konusundaki en çarpıcı örneklerden birisini ABD’de IWW adındaki sendikanın verdiği bir eğitimde dinlemiştim. İşgücü ve işçiler, benim bir ekonomist olarak öncelikli ilgi alanım, dolayısı ile sendikalar da ilgilendiğim bu alanın parçası, ve bu eğitimden sendikacılık hakkında pratik bilgiler edinerek ayrılmayı umuyordum, öyle de oldu. Eğitimde dile getirdikleri önemli uyarılardan birisi, patronların işçi kitlesinin önünde konuşup onları sendikaya katılmama konusunda ikna etmeye çalıştığı katılımı zorunlu toplantılar hakkındaydı. Sendikacılar, bu konumda kalan dinleyici kitlelerine ele geçirilmiş dinleyici kitlesi diyorlardı. Ve her ne kadar AKP’nin propaganda makinesi ile kıyaslandığında sınırlı bir etkiye sahip de olsa, bu ele geçirilmiş kitleye yapılan konuşmanın etkisini asla küçümsemeyin diyorlardı. Patron bir kere kitleyi ele geçirdiğinde, onun korkularını, umutlarını, şüphelerini bildiği sürece, onu istediği şekilde yönlendirecek güce sahip olurdu, ve kitle en azından bir süre için patronun inanmasını istediği şeye inanırdı, IWW yöneticileri defalarca, bu konuşmaların sendikalarına konuşma öncesinde verilen 90%lara varan desteği 10%lara kadar düşürdüğünü söylemişlerdi. Ele geçirilmiş bir dinleyici kitlesi tekrar tekrar aynı şeyi dinlemek zorunda olduğunda, karşı hiçbir görüşü duyma şansı olmadığında, bu kitlenin onu ele geçiren kişinin istediği gibi düşünmesini engellemenin tek yolu o kitleyi hazırlamaktır. Dolayısı ile ele geçirilmiş bir dinleyici kitlesinin içinde kalmamız kaçınılmazsa, söz konusu konuşmayı dinleyenler ve dinleyecekler olarak hem kendimizi hem de birbirlerimizi bu konuşmaya hazırlamalıyız.

 Bugün de Türkiye’deki insanların tamamı dev bir ele geçirilmiş dinleyici kitlesi gibi, dolayısı ile, defalarca duyduğumuz ve okuduğumuz kelimeleri dile getirenlerin istediği düşünmemek, korkmamak, ümitsizliğe kapılmamak, karşımızda yenilmez bir adamın, partinin olduğu düşüncesine kapılmamak için her birimiz hem kendimizi hem de etrafımızdakileri olabildiğince bu konuşmalara, yazılara, makalelere hazırlamalıyız. Yazımın geri kalanında bu konuda neler yapabileceğimize ilişkin tavsiyelerimi yazacağım.

1)      Her birimiz, gücümüz, zamanımız ve kişisel, ailevi sorumluluklarımız el verdiğince, bir haber ağının parçası haline gelmeliyiz. Her gün, internette güvenilir bulduğumuz haber kaynaklarını takip edip, bir tane bile olsa, önemli olduğunu düşündüğümüz ve geri planda kalan bir haberi paylaşmak bile tüm gazetelerden, televizyonlardan ve internetten bağımsız, doğrudan tek tek insanların değer yargılarına göre önemli olan haberlerin öne çıkıp diğerlerinin arka planda kaldığı bir ağın oluşmasına katkı sağlamak demektir.

2)      Her birimiz, en güvendiğimiz haber kaynaklarına bile şüphe ile yaklaşmalıyız. Kendi yaşamımız ve uzmanlık alanımızın yardımı ile söz konusu haberlerin ne kadar doğru ya da yanlış olabileceğini elbette yine zamanımız, ve gücümüz el verdiğince sorgulamalıyız. Örneğin bir makine mühendisliği, İstanbul ile ilgili bir haberin teknik detaylarının doğruluğunu sorgulayabilir, ve haberin içince söz konusu teknik bilgiye sahip bir insanın görebileceği bir çelişki varsa bu konuda etrafındakileri bilgilendirebilir. Benzer bir şekilde bir maden işçisi, madenlerdeki çalışma koşullarını yanlış yansıtan, köyde yaşayan bir insan hayvancılık ve tarımla ilgili yanlış bilgiler içeren haberler söz konusu olduğunda, ya da her hangi bir haber, kendi bilgi ve uzmanlıkları ile ilgili konularda soru işareti uyandırdığında, etrafındaki insanları bilgilendirebilir.

3)      Hemen her konuda, en bilinen, en belirgin görünen gerçekleri bile tekrar tekrar insanlara hatırlatmalıyız. Unutmamalıyız ki karşımızda bildiğimiz her şeyi bize unutturmaya çalışan bir makina var. Gökyüzünün mavi olduğunu, deniz suyunun tuzlu olduğunu, balıkların yüzüp, kuşların uçtuğunu bile insanlara tekrar tekrar hatırlatmak zorunda kalabiliriz. Bu propaganda makinasının bildiğimiz gerçekleri unutturma konusunda, en ummadığımız insanlarda bile, örneğin sosyalistlerde, Kürt Hareketi’de, ulusalcıların içinde, yani şu veya bu nedenle AKPli ya da potansiyel AKPli olmayan insanlarda bile etkili olabildiğini unutmamalıyız. Unutmayalım ki, söz konusu makinanın tek hedefi AKPliler değil, en az AKPliler kadar belki daha fazla, hedefte biz AKP muhalifi olan, ya da en azından AKP yanlısı olmayanlar var. O nedenle birbirimize en açık ve net gerçekleri hatırlatmaktan bile bıkmamamız lazım.

4)      İnternetteki tartışma platformlarının her biri bizim için çok değerli. Bu platformları öncelikle, fikirlerin, bakış açılarının tartışıldığı platformlar haline getirmeliyiz. Elbette her birimizin hissettiği duyguları ifade etmeye ihtiyacı var. Ancak bu duyguların ifade edilmesi, sağlıklı tartışma zeminlerini yok edebiliyor ve duygularımızı ifade ettiğimiz kimi zeminler de olabilir internette. Ancak aynı zamanda fikirlerin, bakış açılarının tartıştığı platformlar da olmalı. Ve elimizden geldiğince duygularımızı ifade ederken bu tartışma platformlarına zarar vermemeye dikkat etmeliyiz. Elbette bunu birbirimizi, hatta AKPlileri olabildiğince kırmadan, olabildiğince insanların birbirlerine duyduğu saygıyı yok etmeden yapmalıyız.

5)      AKPlilerle tartıştığımız ortamlarda, fikirlerin tartışıldığı bir ortamın, karşılıklı hakaretleşmeye dönüşmemesi için mücadele etmeliyiz. Unutmayalım, internetteki tartışma platformları biz AKP muhalifleri için paha biçilmez. AKP yanlılarının kendilerini ifade edebilecekleri sayısız kanal var. Bizim ise internet dışında kendimizi ifade edebileceğimiz ortamlar çok sınırlı. Dolayısı ile internetteki tartışma zeminlerinin sağlıklı zeminler olarak kalmasını sağlamak bizim için daha önemli.

Bu öneriler ilk aklıma gelenler. Elbette, yukarıda dile getirdiğim öneriler eleştirilebilir, ya da sayıları çoğaltılarbilir, daha başka şeyler de eklenebilir. Ancak AKP muhalifleri olarak, her birimiz, bireyler olarak, ve AKP muhalifi kurumlar olarak, yeni, her hangi bir merkeze dayanmayan, gücünü tek tek insanlardan alan hem haberlerin hem de fikirlerin çok daha özgürce ifade edilebildiği yeni bir medyanın kurulmasında rol oynayabiliriz. Aslında bunu zaten yapıyoruz. Ve böyle bir medyanın inşaasına gezi olaylarından önce başladık. Eğer başlamasak zaten Gezi Olayları mümkün olmazdı. Ancak gücünü tek tek insanlardan alan yeni medya ağını, daha etkili ve daha güçlü hale getirmemiz mümkün. Ve biz bu yeni medya ağı daha güçlü hale geldikçe, AKP’nin propaganda mekanizmasının işi daha da zorlaşacaktır. Kişisel olarak, ben bu yeni medya ağının, AKP ile mücadelenin bize getirdiği en büyük artılardan biri olarak görüyorum.

No comments:

Post a Comment