“Çin öyle bir ülke ki, 5 6 yıl bile gitmesen sonra ayak
bassan, yepyeni bir ülkeye gitmiş gibi oluyor insan. O kadar hızlı bir değişim
var bu ülkede.” Bu sözleri ABD’de Çin ile ilgili katıldığım bir konferansta
konuşmacılardan birisi söylemişti. Çin’den bahseden hemen herkesin hemfikir
olduğu konulardan birisidir. İnsanları, kültürü, ekonomisi hızla değişen bir
ülke olduğu söylenir Çin’in. Çin’de geçirdiğim 3 haftanın sonrasında bu ülkenin
bugüne kadar ayak bastığım en dinamik ülke olduğunu söyleyebilirim. Öylesine
bir hareketlilik ki insanın başını döndürüyor.
Bu hareketliliğin en net şekilde gözlenebileceği yer şehrin
trafiği. İstanbul ve New York gibi trafiği çok yoğun şehirlerde yaşadım, ama
Chengdu gibi trafiği olan bir ikinci şehir görmedim. New York ve İstanbul’da bir
insanın karşıdan karşıya geçmesi zordur, arabalar trafik kurallarına uymaz,
sürekli akan bir trafikte karşıdan karşıya geçmek gerekir, ama arabalara el
işareti yaparak, arabaların hiç değilse yavaşlamasını sağlamak mümkündür.
Chengdu’da ise, arabalar yavaşlamasını bile sağlamak mümkün değil. Sürekli,
hızla akan bir trafikte karşıdan karşıya geçmeyi öğrenmek bir zorunluluk.
Dahası trafik, motorsikletler sayesinde kaldırıma bile taşmış durumda. Söz
konusu motorsikletler kaldırımdan yürürken bile sürekli insanların arkasınından
yanından geçiyor, korna çalıyorlar, dahası neden yol vermedin diye
kızabiliyorlar kaldırımlardan yürüyenlere.
Chengdu’nun, Çin’in son 15 yılda en çok gelişen
şehirlerinden birisi olduğunu söylemek lazım. Çin’in büyük kalkınma dalgası ilk
başta ülkenin doğusundaki sahillerde etkisini gösterirken, son 15 yılda sanayi
tesisleri giderek batıya, ülkenin içi kesimlerine yayılmış. Dolayısı ile batıdaki
şehiri son 15 yılda hızla büyümüşler. Chengdu da bu şehirlerden birisi. Biraz
da bu nedenle şehir adeta bu ergenlik çağındaki bir çocuk gibi, acemi bir şehir.
Bu acemilik mesela metrolarda
hissediliyor. Şehrin metro hattı sanırım birkaç sene önce açılmış. Üniversite
öğrencileri arasında şehir metrosunu hiç kullanmamış olanlar vardı. Türkiye ve
ABD’de yaşayanlara tuhaf gelebilecek şekilde, şehirde öğrencilerin en çok
kullandığı araç taksi. Ve taksiler çok ucuz. Klasik taksilerin yanında, taksi
gibi kullanılan motorsikletler de var. Bizim ülkemizde klasik olarak metrolarda
uyulmasını beklediğimiz kuralların hiçbirine uyulmuyor Chengdu’da. Metrodan
inenlere öncelik verme, çocuklu insanlara, 4, 5 yaşında çocuğu olanları geçtim,
1 yaşında kucağında çocuğu olanlara bile yer verilmiyor. Bu açıdan şehir biraz
90lardaki İstanbul gibi. Bir şehir olmayı yeni öğrenen bir şehir gibi. Ve
açıkçası bu şehrin ve metronun modern görünümü ile bir çelişki oluşturuyor.
Şehrin bu acemiliğinin yarattığı başka sorunlar da var.
Örneğin havanın ve nehirlerin kirliliği var ki, bu başlı başına bir sorun.
Chengdu’nun belki de en ciddi sorunu. ABD’de Utah’ta ya da İstanbul’da soğuk
kış günlerinin hava kirliliğine şahit olmuştum, ama ilk defa Chengdu’da yazın
ortasında hava kirliliğinin bu kadar yoğun olduğunu gördüm. O kadar yoğun ki
hava kirliliği, güneşi bile görmek imkansız hale geliyor. Aynı sorun nehirler
söz konusu olduğunda da var. Nehirlerin rengi mavi değil, sarı. Konuştuğum
Çinli bir arkadaşım bunun sanayileşmenin bir bedeli olduğunu söyledi bana. Ben
de belki bugüne kadar Çin’in hava ve su kirliliğini bu şekilde
savunabileceğini, ancak bugünden sonra hava ve su kirliliğini hızla çözmesi
gerektiğini söyledim. Sonuç olarak Çin bugün Dünya’da ekonomik, siyasi ve
kültürel liderliğe oynayacak güce sahip bir ülke. Ve bu gücü tam anlamı ile
elde edebilmesi, ancak Dünya’nın en kritik sorunlarını çözme konusunda
insiyatif alması ile mümkün. Çevre sorunlarının en kritik sorunlardan biri
haline geldiği Dünya’da da, Çin’in söz sahibi olabilmesi için öncelikle kendi
çevre sorunlarını halletmesi şart.
Şehrin başka bir göze çarpan yanı da büyük bir inşaat
şantiyesi gibi olması ve evet bu açıdan bugünün İstanbulu’na da benziyor. Ancak
bizdeki gibi şehirdeki her yeşil alanı potansiyel bir inşaat alanı olarak
görmüyorlar. Şehrin merkezindeki People’s Park, Halk Parkı başta olmak üzere
birçok büyük park var şehirde. Ancak yine de inşaatlar şehrin en göze çarpan
yanlarından birisi. İnşaatlar şehrin en hoşuma giden yanları arasında değildi.
Daha çok karanlık siluetler olarak aklımda kaldı inşaat alanları. Ancak
şehirdeki, zaman zaman başımı döndüren hareketliliğin bir başka boyutu olarak
da kazındılar aklıma. Dünya’nın en büyük binası da Chengdu şehrindeymiş. Ve
bina içinde aynı zamanda yapay bir sahil de olan, bir alışveriş merkezi.
Gittiğim şehirlerde alışveriş merkezleri genelde görmek istediğim binalar
arasında değildir, ama söz konusu olan Dünya’nın en büyük alışveriş merkezi
olunca binayı görmek istedim. Büyük ve etkileyici bir bina evet, ama şehrin
sokaklarının yerini tutmuyor kesinlikle.
Özetlemek gerekirse şehirde ergen bir çocukta
rastlanabilecek pespayelik, kirlilik, ölçüsüzlük, büyüme arzusu var, ama aynı
zamanda yine bir ergen bir çocukta rastlanabilecek bir neşe, kendine güven, ve
hareketlilik de var. Örneğin şehrin parklarında, 70 80 yaşındaki insanlar, Çin’in
geleneksel müziklerinden, klasik batı müziğine, ve populer Amerikan şarkılarına
kadar her türlü müzikle dans ediyorlar ve spor yapıyorlar. Türkiye’deki
insanlarda, hatta ABDdeki insanlarda bile hiç rastlamadığım bir özgüven var
insanlarda. Özellikle kadınlarda. Kadınlar ekonomik, sosyal yaşamın her
kademesinde varlar, ve bu aşağı yukarı her yaştaki kadın için geçerli. 70
yaşında kadın bir taksi şöförü bile vardı mesela şehirde. Kendilerine
güveniyorlar, bu güven konuşmalarına, bakışlarına, hareketlerine yansıyor.
Öğrencilerin ve konuştuğum öğrencilerin anlattığı kadarı ile
genç insanların önemli bölümü Çin kültüründen çok batı kültürüne ilgi duyuyor.
Örneğin, Çin’de sıkça içilen çay yerine, Starbucks benzeri dükkanlarda satılan
kahveyi ya da kolayı tercih ediyorlar. Zaman zaman üniversiteye benim gibi, Çin
dışından gelmiş olan öğretim üyelerinin de şehirde Amerikan markalarının, ve
özellikle Amerikan yemekleri satan yerlerin olmasından etkileneceğini
düşünüyorlar. Ancak Çin kültürünün kaybolduğunu hatta kaybolmakta olduğunu
söylemek mümkün değil. Bazıları ülkelerini eleştirse de genel olarak ülkeleri ile
gurur duyan gençler var Çin’de. İmparatorluk Çin’inden, Mao dönemine ve bugüne
kadar Çin tarihinin tamamını sahipleniyorlar. Özellikle 20. Yüzyıldaki Çin
tarihini başlangıcından sonuna kadar Çin’in etrafını saran batı kuşatmasını
yararak yeniden güçlü bir devlet olmasının hikayesi olarak görüyorlar bir takım
hatalara rağmen.
Açıkçası bu iyimserliği sadece gençlerde değil, konuştuğum
veya iletişim kurduğum herkeste bu iyimserliği hissettim. En azından Chengdu’da
yaşayan insanların mutlu ve geleceğe umutla bakan insanlar olduğunu düşünüyorum,
Çin’in eleştirdiği noktaları var, Çin’de insanı çıldıratacak derecede yavaş
işleyen bürokrasiyi, ya da trafiği herkes eleştiriyorlar, devletin
politikalarını da eleştirenler var, ancak çoğu insan Çin’in adım adım Dünya’da
güçlendiğinin farkındalar, henüz ABD’nin yerine geçmiş olmasa da adım adım o
noktaya doğru ilerlediğini hissediyorlar. Herşeyden önce değişimden korkmayan
bir ülke Çin. Yüzyılın ortasında bin
yılların geleneklerini taşıyan bir imparatorluğun düzenini radikal bir şekilde
değiştirmekten korkmamışlar. Ve sonra üstelik de komunist bir parti tarafından
yönetilirken, serbest piyasanın kimi özelliklerini de benimsemek de onları
korkutmamış. Geçmişlerinden gelen gelenekleri ve ülkelerine hakim olan
ideolojiyi reddetmiyorlar. Ancak ne geleneklerin ne de ideolojinin onları
sınırlamasına izin vermiyorlar. Evet bu benim de savunduğum ideolojinin,
Marksizm’in hoş karşılamadığı bir şey. Ancak ben ideolojilerin biraz da bu
şekilde onların sınırlarını zorlayan rejimler sayesinde gelişeceğini
düşünüyorum. Elbette Çin’in Marksizmin sınırlarını aşırı zorladığı örneğin
gelir dağılımındaki eşitsizliği kabul edilemez noktalara getirdiği
söylenebilir. Dolayısı ile Çin, Marksizm’in sınırlarını zorlarken, yanlış
yönlere sapmış, hatalar yapmış olabilir, ancak bence bu ülkeyi yöneten
partinin, bunun doğru olduğuna inandığı zamanlarda ülkenin üzerine kurulu
olduğu ideolojinin sınırlarını zorlamasının doğru olduğu gerçeğini
değiştirmiyor, sadece o sınırların ne zaman nerede zorlanması gerektiğine
ilişkin değerlendirmelerinin yanlış olduğunu gösteriyor.
Özetle Çin değişmekten korkmuyor. bu açıdan gelişmek ve
büyüme iddasında olsa da aslında geçmişine, Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemine
kendini mahkum etmiş, o nedenle hayal ettiği değişim aslında bir geçmişe
dönüşten ibaret olan Türkiye’den ve Dünya’daki gücünü, ve zenginliğini
kaybetmekten çekinen, ve bu nedenle her türlü değişime korku ve şüphe ile
yaklaşan ABD’den farklılar. Bu özellikleri bugüne kadar onlara güç vermiş bir
özellik.
No comments:
Post a Comment