Thursday, October 2, 2014

Çin, Dünya’nın En Dinamik Ülkesi


“Çin öyle bir ülke ki, 5 6 yıl bile gitmesen sonra ayak bassan, yepyeni bir ülkeye gitmiş gibi oluyor insan. O kadar hızlı bir değişim var bu ülkede.” Bu sözleri ABD’de Çin ile ilgili katıldığım bir konferansta konuşmacılardan birisi söylemişti. Çin’den bahseden hemen herkesin hemfikir olduğu konulardan birisidir. İnsanları, kültürü, ekonomisi hızla değişen bir ülke olduğu söylenir Çin’in. Çin’de geçirdiğim 3 haftanın sonrasında bu ülkenin bugüne kadar ayak bastığım en dinamik ülke olduğunu söyleyebilirim. Öylesine bir hareketlilik ki insanın başını döndürüyor.

Bu hareketliliğin en net şekilde gözlenebileceği yer şehrin trafiği. İstanbul ve New York gibi trafiği çok yoğun şehirlerde yaşadım, ama Chengdu gibi trafiği olan bir ikinci şehir görmedim. New York ve İstanbul’da bir insanın karşıdan karşıya geçmesi zordur, arabalar trafik kurallarına uymaz, sürekli akan bir trafikte karşıdan karşıya geçmek gerekir, ama arabalara el işareti yaparak, arabaların hiç değilse yavaşlamasını sağlamak mümkündür. Chengdu’da ise, arabalar yavaşlamasını bile sağlamak mümkün değil. Sürekli, hızla akan bir trafikte karşıdan karşıya geçmeyi öğrenmek bir zorunluluk. Dahası trafik, motorsikletler sayesinde kaldırıma bile taşmış durumda. Söz konusu motorsikletler kaldırımdan yürürken bile sürekli insanların arkasınından yanından geçiyor, korna çalıyorlar, dahası neden yol vermedin diye kızabiliyorlar kaldırımlardan yürüyenlere.

Chengdu’nun, Çin’in son 15 yılda en çok gelişen şehirlerinden birisi olduğunu söylemek lazım. Çin’in büyük kalkınma dalgası ilk başta ülkenin doğusundaki sahillerde etkisini gösterirken, son 15 yılda sanayi tesisleri giderek batıya, ülkenin içi kesimlerine yayılmış. Dolayısı ile batıdaki şehiri son 15 yılda hızla büyümüşler. Chengdu da bu şehirlerden birisi. Biraz da bu nedenle şehir adeta bu ergenlik çağındaki bir çocuk gibi, acemi bir şehir.  Bu acemilik mesela metrolarda hissediliyor. Şehrin metro hattı sanırım birkaç sene önce açılmış. Üniversite öğrencileri arasında şehir metrosunu hiç kullanmamış olanlar vardı. Türkiye ve ABD’de yaşayanlara tuhaf gelebilecek şekilde, şehirde öğrencilerin en çok kullandığı araç taksi. Ve taksiler çok ucuz. Klasik taksilerin yanında, taksi gibi kullanılan motorsikletler de var. Bizim ülkemizde klasik olarak metrolarda uyulmasını beklediğimiz kuralların hiçbirine uyulmuyor Chengdu’da. Metrodan inenlere öncelik verme, çocuklu insanlara, 4, 5 yaşında çocuğu olanları geçtim, 1 yaşında kucağında çocuğu olanlara bile yer verilmiyor. Bu açıdan şehir biraz 90lardaki İstanbul gibi. Bir şehir olmayı yeni öğrenen bir şehir gibi. Ve açıkçası bu şehrin ve metronun modern görünümü ile bir çelişki oluşturuyor.

Şehrin bu acemiliğinin yarattığı başka sorunlar da var. Örneğin havanın ve nehirlerin kirliliği var ki, bu başlı başına bir sorun. Chengdu’nun belki de en ciddi sorunu. ABD’de Utah’ta ya da İstanbul’da soğuk kış günlerinin hava kirliliğine şahit olmuştum, ama ilk defa Chengdu’da yazın ortasında hava kirliliğinin bu kadar yoğun olduğunu gördüm. O kadar yoğun ki hava kirliliği, güneşi bile görmek imkansız hale geliyor. Aynı sorun nehirler söz konusu olduğunda da var. Nehirlerin rengi mavi değil, sarı. Konuştuğum Çinli bir arkadaşım bunun sanayileşmenin bir bedeli olduğunu söyledi bana. Ben de belki bugüne kadar Çin’in hava ve su kirliliğini bu şekilde savunabileceğini, ancak bugünden sonra hava ve su kirliliğini hızla çözmesi gerektiğini söyledim. Sonuç olarak Çin bugün Dünya’da ekonomik, siyasi ve kültürel liderliğe oynayacak güce sahip bir ülke. Ve bu gücü tam anlamı ile elde edebilmesi, ancak Dünya’nın en kritik sorunlarını çözme konusunda insiyatif alması ile mümkün. Çevre sorunlarının en kritik sorunlardan biri haline geldiği Dünya’da da, Çin’in söz sahibi olabilmesi için öncelikle kendi çevre sorunlarını halletmesi şart.  

Şehrin başka bir göze çarpan yanı da büyük bir inşaat şantiyesi gibi olması ve evet bu açıdan bugünün İstanbulu’na da benziyor. Ancak bizdeki gibi şehirdeki her yeşil alanı potansiyel bir inşaat alanı olarak görmüyorlar. Şehrin merkezindeki People’s Park, Halk Parkı başta olmak üzere birçok büyük park var şehirde. Ancak yine de inşaatlar şehrin en göze çarpan yanlarından birisi. İnşaatlar şehrin en hoşuma giden yanları arasında değildi. Daha çok karanlık siluetler olarak aklımda kaldı inşaat alanları. Ancak şehirdeki, zaman zaman başımı döndüren hareketliliğin bir başka boyutu olarak da kazındılar aklıma. Dünya’nın en büyük binası da Chengdu şehrindeymiş. Ve bina içinde aynı zamanda yapay bir sahil de olan, bir alışveriş merkezi. Gittiğim şehirlerde alışveriş merkezleri genelde görmek istediğim binalar arasında değildir, ama söz konusu olan Dünya’nın en büyük alışveriş merkezi olunca binayı görmek istedim. Büyük ve etkileyici bir bina evet, ama şehrin sokaklarının yerini tutmuyor kesinlikle.

Özetlemek gerekirse şehirde ergen bir çocukta rastlanabilecek pespayelik, kirlilik, ölçüsüzlük, büyüme arzusu var, ama aynı zamanda yine bir ergen bir çocukta rastlanabilecek bir neşe, kendine güven, ve hareketlilik de var. Örneğin şehrin parklarında, 70 80 yaşındaki insanlar, Çin’in geleneksel müziklerinden, klasik batı müziğine, ve populer Amerikan şarkılarına kadar her türlü müzikle dans ediyorlar ve spor yapıyorlar. Türkiye’deki insanlarda, hatta ABDdeki insanlarda bile hiç rastlamadığım bir özgüven var insanlarda. Özellikle kadınlarda. Kadınlar ekonomik, sosyal yaşamın her kademesinde varlar, ve bu aşağı yukarı her yaştaki kadın için geçerli. 70 yaşında kadın bir taksi şöförü bile vardı mesela şehirde. Kendilerine güveniyorlar, bu güven konuşmalarına, bakışlarına, hareketlerine yansıyor.

Öğrencilerin ve konuştuğum öğrencilerin anlattığı kadarı ile genç insanların önemli bölümü Çin kültüründen çok batı kültürüne ilgi duyuyor. Örneğin, Çin’de sıkça içilen çay yerine, Starbucks benzeri dükkanlarda satılan kahveyi ya da kolayı tercih ediyorlar. Zaman zaman üniversiteye benim gibi, Çin dışından gelmiş olan öğretim üyelerinin de şehirde Amerikan markalarının, ve özellikle Amerikan yemekleri satan yerlerin olmasından etkileneceğini düşünüyorlar. Ancak Çin kültürünün kaybolduğunu hatta kaybolmakta olduğunu söylemek mümkün değil. Bazıları ülkelerini eleştirse de genel olarak ülkeleri ile gurur duyan gençler var Çin’de. İmparatorluk Çin’inden, Mao dönemine ve bugüne kadar Çin tarihinin tamamını sahipleniyorlar. Özellikle 20. Yüzyıldaki Çin tarihini başlangıcından sonuna kadar Çin’in etrafını saran batı kuşatmasını yararak yeniden güçlü bir devlet olmasının hikayesi olarak görüyorlar bir takım hatalara rağmen.

Açıkçası bu iyimserliği sadece gençlerde değil, konuştuğum veya iletişim kurduğum herkeste bu iyimserliği hissettim. En azından Chengdu’da yaşayan insanların mutlu ve geleceğe umutla bakan insanlar olduğunu düşünüyorum, Çin’in eleştirdiği noktaları var, Çin’de insanı çıldıratacak derecede yavaş işleyen bürokrasiyi, ya da trafiği herkes eleştiriyorlar, devletin politikalarını da eleştirenler var, ancak çoğu insan Çin’in adım adım Dünya’da güçlendiğinin farkındalar, henüz ABD’nin yerine geçmiş olmasa da adım adım o noktaya doğru ilerlediğini hissediyorlar. Herşeyden önce değişimden korkmayan bir ülke Çin.  Yüzyılın ortasında bin yılların geleneklerini taşıyan bir imparatorluğun düzenini radikal bir şekilde değiştirmekten korkmamışlar. Ve sonra üstelik de komunist bir parti tarafından yönetilirken, serbest piyasanın kimi özelliklerini de benimsemek de onları korkutmamış. Geçmişlerinden gelen gelenekleri ve ülkelerine hakim olan ideolojiyi reddetmiyorlar. Ancak ne geleneklerin ne de ideolojinin onları sınırlamasına izin vermiyorlar. Evet bu benim de savunduğum ideolojinin, Marksizm’in hoş karşılamadığı bir şey. Ancak ben ideolojilerin biraz da bu şekilde onların sınırlarını zorlayan rejimler sayesinde gelişeceğini düşünüyorum. Elbette Çin’in Marksizmin sınırlarını aşırı zorladığı örneğin gelir dağılımındaki eşitsizliği kabul edilemez noktalara getirdiği söylenebilir. Dolayısı ile Çin, Marksizm’in sınırlarını zorlarken, yanlış yönlere sapmış, hatalar yapmış olabilir, ancak bence bu ülkeyi yöneten partinin, bunun doğru olduğuna inandığı zamanlarda ülkenin üzerine kurulu olduğu ideolojinin sınırlarını zorlamasının doğru olduğu gerçeğini değiştirmiyor, sadece o sınırların ne zaman nerede zorlanması gerektiğine ilişkin değerlendirmelerinin yanlış olduğunu gösteriyor.

Özetle Çin değişmekten korkmuyor. bu açıdan gelişmek ve büyüme iddasında olsa da aslında geçmişine, Osmanlı İmparatorluğu’nun görkemine kendini mahkum etmiş, o nedenle hayal ettiği değişim aslında bir geçmişe dönüşten ibaret olan Türkiye’den ve Dünya’daki gücünü, ve zenginliğini kaybetmekten çekinen, ve bu nedenle her türlü değişime korku ve şüphe ile yaklaşan ABD’den farklılar. Bu özellikleri bugüne kadar onlara güç vermiş bir özellik.

No comments:

Post a Comment