Wednesday, October 15, 2014

Türkiye’deki Kobani Fırtınasının Ardından


Yazılması çok zor bir konu bu konu. Üstelik de üzerinde defalarca yazıldığına birçok şey söyledindiğine eminim. Ancak geçen hafta ülkemizde yaşananlar hakkında sanırım herkes söyleyeceğini söylemeli, bazen tekrarlar yaşanma ihtimali olsa da. Söylemeli ki, doğruları ve yanlışları olabildiğince net görebilelim.

Öncelikle fırtınaya yol açan olay ile başlayalım. Kobani’de süregelen savaş. Herşeyden önce sınırımızın dibinde meydana gelen savaşa karşı hükümeti protesto eden şiddete başvurmayan eylemlerin meşru ve haklı olduğunu düşünüyorum. Kobani kendisinden farklı insanları öldürmekten çekinmeyen, hatta o insanları öldürmeyi, köle edinmeyi bir tür dini görev olarak gören IŞİD saldırısı altında. IŞİD ciddi bir silah üstünlüğüne sahip ve şehri bu kadar zorlamalarını sağlayan da bu üstünlük. Bu silahları nasıl elde ettikleri hakkında bizim ülkemize de  dayanan şaibeler var ama bunu geçelim.

Öncelikle bu savaş bizim meselemiz mi diye sorulabilir. Ben bir sosyalistim ve benim için “biz” tüm insanlık, Dünya’daki herşeyi de kendi meselem olarak görüyorum. Ancak bu yazı için “biz”i sadece Türkiye’de yaşayan insanlar olarak düşünelim. Evet bizim umurumuzda olan insanlar sadece Türkiye’de yaşayan insanlar olsa bile, IŞİD yine de bizim meselemiz. Öncelikle bu örgüt, IŞİD sadece belli bir bölge ile sınırlı amaçlara sahip bir örgüt değil. Örneğin, amaçları sadece İrlanda ile sınırlı bir IRA, sadece Bask bölgesi ile sınırlı bir ETA gibi değil IŞİD. Kurmak istediği rejimi tüm Dünya’ya yaymak istiyor. Evet belki IŞİD günün birinde ABD’ye ya da Japonya’ya da savunduğu rejimi yaymak istediği için ABD’de ya da Japonya’ya da yaşayan bir insanın çok fazla endişelenmesine gerek yok. Ancak Türkiye söz konusu olduğunda durum farklı. Ülkemizde IŞİD’e sempati duyan çok ciddi sayıda insanın olduğu söyleniyor. Ülkemizin başbakanı yakın zamana kadar IŞİD’e “öfkeli bir gençler topluluğu” dediğini de unutmamak lazım. Dolayısı ile IŞİD’in bakış açısı ülkemize zaten kısmen girmiş durumda, hükümete yakınlığı ile bilinen kimi gazetelerin, akademisyenlerin, hatta kimi bürokratların bile bu bakış açısından çok çok uzak olmadığını düşünüyorum. Ve bu bakış açısının daha da güçlenmesi oldukça olası. Yeniden hatırlatayım, IŞİD’in bakış açısı Sünni Müslüman olmayan herkesin, köleleştirilmesini, öldürülmesini sadece kabul edilebilir bulmakla kalmıyor, bunu adeta dini bir görev olarak görüyor. Dolayısı ile, Sünni Müslüman olmayan herkesin ve bu anlayışa karşı Sünni Müslümanların bu örgütle er geç karşı karşıya kalacağını düşünüyorum. Dolayısı ile Kobani’deki savaş evet Türkiye’de yaşayan insanları çok hem de çok ilgilendiriyor.

Peki ya Kobani’de savaşan öbür taraf, yani Kürt Hareketi hakkında ne diyebiliriz? Kürt Hareketi’ni hakkını vererek analiz etmek bu yazıda yapılması çok zor bir şey. Sadece şunu söyleyebilirim. Kürt Hareketi’nin amaçları ve yöntemleri hakkında söylenecek çok şey var. Bu amaçlar ve yöntemleri onaylamamak, hatta bu amaç ve yöntemlere karşı mücadele etmek bile mümkündür. Ancak bu hareket hiçbir zaman, IŞİD kadar korkunç yöntemler ve amaçlar benimsememiştir. Defalarca gördük ki, bu hareketle konuşmak tartışmak, belli noktalarda buluşmak mümkündür. Dolayısı ile IŞİD ve Kürt Hareketi arasındaki mücadelede kesinlikle IŞİD’e karşı ve Kürt Hareketinin yanında olmak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’deki sosyalistler ve solcular olarak en azından.

HDP’nin İnsanları Sokağa Çıkmaya Davet Etmesi Doğru muydu? Sonuna kadar doğruydu. Hükümetin üzerinde IŞİD’e karşı daha somut bir tavır geliştirmek için bir baskı oluşturmak gerekiyordu. Bunun içinde insanların herşeyi göze alıp sokağa çıkması hükümeti protesto etmesi, eylem yapması zorunluydu. HDP insanları sokağa çıkmaya davet ettiğinde, Gezi’de öne çıkmış birçok parti ve örgüt de tam da bu nedenle bu eyleme destek verdi.

Peki yakıp yıkmalar hakkında ne diyebiliriz? Yakıp yıkmalar söz konusu olduğunda ilk aklıma gelen Feguson. Orada da yakıp yıkan birçok insan olmuştu, ve ABD Ferguson eylemcilerin tamamını bu yakıp yıkanlar ile bir tutmuştu. Bu tür yakıp yıkma vakaları söz konusu olduğunda iki farklı değerlendirme yapmak mümkün. Devletin ve sistemin olaylara yaklaşımı ile ilgili ve bizlerin, muhaliflerin yapması gereken ile ilgili iki farklı değerlendirme. Öncelikle devletin bu yakıp yıkmalara yaklaşımı gerçekten insanın içini acıtan bir yaklaşım. Soma’da ölen işçiler için olur böyle şeyler denirken, yakılan otobüsler ve bankamatikleri bu ülkenin en önemli meselesi haline getirilmesini kesinlikle kendime çok uzak buluyorum. Tıpkı Ferguson’da siyah bir genci öldüren polisi, polis olmanın ne kadar zor olduğunu, polisleri de anlamak gerektiğini, o stres altında hatalar yapılabileceğini söyleyerek savunurken, eylemcilerin bir bölümünün marketleri yağmalamasını hayati bir mesele olarak gören ABD’deki sistemi de samimi bulmadığım gibi. Kaldı ki, yanılıyor olabilirim ama bildiğim kadarı ile en azından batıda eylemlerin önemli bölümü barışçıl iken, polis eylemlere müdahale etti. Bu durumda, şiddeti başlatan tarafın eylemciler olmadığını belirtmek lazım. Ancak bizim adımıza muhalifler adına şunu söyleyebiliriz. Kendimizi savunmak için zorunlu olmadığı sürece şiddete başvurmak, hele o şiddet yakıp yıkma, etraftaki herkese zarar veren rastgele bir öfkeye dönüştüğünde bizi amaçlarımızdan uzaklaştırır.

Ülkelerini “güzel ve güneşli günler”e hedefleyen sol hareketleri aynı ülkeleri karanlığa sürüklenişinin arıcı haline getirebilecek kadar tehlikeli bir araçtır böyle bir öfke. Bizler için şiddet en son noktada başvuracak araç olmalı. Gezide de söylediğimiz gibi saldırmamalıyız, direnmeliyiz, direnmenin ötesine geçen her türlü methodu reddetmeliyiz. Çünkü direnmenin ötesine geçen her tür method bizleri karşı olduğumuz sistem ile aynı noktaya taşıyacaktır.

Solun ve sosyalistlerin Kürt Hareketi’nin eylemlerini desteklemeleri doğru bir karardı. Kişisel düşünceme göre, bizler bu eylemler şiddete, başvurduğu sürece, bu şiddet doğrudan suçsuz insanlara yönelmedikçe bu harekete desteğimizi çekmemeliydik. Ancak olabildiğince bu eylemlerin savunma amaçlı olmayan her türlü şiddetten arınması için çabalamamız gerekiyordu. Sol hareketlerin bunu ne kadar başardı? Bilmiyorum.

Eylemlerdeki ölümler konusunda ne diyebiliriz? Eylemlerin kesinlikle en korkunç yanıdır. Bu ölümler konusunda herkes kendini sorgulamalıdır diye düşünüyorum. Hiçbir zaman yapmayacağına inansam da devlet ve AKP, biz sosyalistler ve solcular, ulusalcılar, Kürt Hareketi, herkes, acaba  bu ölümlerden ne kadar sorumluyuz, yapacağımız her hangi bir şey bu ölümleri engelleyebilir ya da azaltabilir miydi diye düşünmelidir. Ayrıca meşru müdafa sayılmayacak her ölüm vakasından sorumlu olanların cezalandırılması için elimizden geleni yapmalı, suçluların bulunması ve yargılanması gerektiğini elimde olan her yolla söylemeli ve savunmalıyız.

Eylemler hakkında söylenecek son söz nedir? Eylemler bizim birçok şey gösterdi. Öncelikle, hükümetin her hangi bir muhalif kesime nasıl hızla, hiç beklenmedik bir anda yaklaşabiliyorsa, öyle hızla beklenmeden uzaklaşabildiğini gördük. Bu hükümete ve AKP’ye doğrudan bağlı her kurum, her yapı, her kesimin dikkate alması gereken bir durumdur.

Ülkemizde, ortak noktalarda buluşabilecek muhalif hareketlerin ne yazık ki, diyalog eksikliği, tarafların en azından ilan ettikleri amaç ve bakış açıları ile uyuşmayan eylemler yüzünden hızla birbirinden ayrılabildiğini gördük.

Eylemlerdeki şiddetin, hükümet tarafından eylemlerin haklılığını gölgelemek için ne kadar etkili bir şekilde kullanılabildiğini bir kere daha gördük, söz konusu şiddet hükümetin barışçıl eylemlere müdahalesi sonucu ortaya çıkmış olsa bile.

Ve tüm bunların ötesinde ölümler kaldı geriye. Ne yapsak silemeyeceğimiz bir ağırlık olarak. Hükümetimiz bu ağırlığı hisseder mi bilmiyorum, ama biz solcular ve sosyalistler hissetmeliyiz.

Tüm bunları değerlendirmeli, ve ülkemiz giderek daha da artan bir gerilim altında, belirsiz bir geleceğe sürüklenirken, bu ülkenin “güzel ve güneşli günler”e ulaşması için neler yapabileceğimizi düşünmeliyiz. Ülkemizde solun ve sosyalizmin giderek daha fazla güçlendiğini düşünüyorum. Bu artan güç hem bize belki 1970lerden beri hiç elimizde olmayan fırsatlar sunuyor, hem de ülkemizde olan ve olacak olaylarla ilgili sorumluluğumuzu arttırıyor.

No comments:

Post a Comment