Dünya’nın hemen hiçbir ülkesinde
toplumlar birbirleri ile eşit ekonomik ve toplumsal güce sahip bireylerden
oluşmazlar. Toplumların içlerinde en büyük ekonomik güce sahip, büyük ölçüde o
toplumun sahip olduğu ekonomik kaynakları kontrol eden bir elit kesim.
Kaydadeğer bir ekonomik güce sahip olan, toplumun tamamını ilgilendiren
kararları alma konusundaki etkisi sınırlı da olsa hiç olmazsa kendi yaşamını
ilgilendiren kararların alınmasında söz hakkı olan bir orta kesim. Ve büyük
ölçüde kendi yaşamını ilgilendiren kararların alınmasında bile sınırlı bir
karar hakkına sahip bir düşük gelirli kesim vardır.
Bu farklı kesimlerin Dünya’da
birbirinden çok farklı onca toplumda nasıl oluştukları ve varlıklarını nasıl korudukları
ilk bakışta kolayca gözlemlenen bir şey değildir. 19. Yüzyıl sonlarında Batı
Avrupa’da büyük ölçüde işçiler düşük gelirli kesimi oluşturduğunu, sermayedarların
ise elit kesimi oluşturduğunu söylemek mümkünken, bugün hem işçi hem kendi
üretim araçlarına sahip olanların arasında hem elit kesimde, hem orta sınıfta,
hem de düşük gelirlilerin arasında bulunanlar vardır. Bir sokak satıcısı aynı zamanda sermayedardır,
ama düşük gelirlidir, öte yandan bir genel müdür işçidir, ama aynı zamanda elit
sayılabilir. İşçi olmak ya da işveren olmak bir insanın toplumsal konumunu
belirlemiyorsa, toplumsal konumu belirleyen nedir diye sorabiliriz.
Burada Marks’ın getirdiği
tanımlar bize yardımcı olacaktır. Öncelikle Marks’ın toplumu sadece iki
kesimden, elit ve düşük gelirli kesimden oluştuğunu hatırlamak lazım. Marks’a
göre bu iki kesim arasındaki farkı oluşturan elit kesimin sahip olduğu
servettir. Bu kesimin içinde yer alanlar, yani zenginler, büyük bir servet
sahibidir. Ellerindeki servet ile, fabrikaları, madenleri, büyük çiftlikleri,
otelleri bankaları alıp satmaları mümkündür. Düşük gelirli kesimin ise elinde
çok sınırlı miktarda para vardır. Bu kesim kazandığı paranın neredeyse tamamını
günlük masraflarını karşılamak için harcar. Dolayısı ile bu kesimin,
fabrikalar, bankalar, mağazalar satın alması ve elit kesimin içine girmesi
imkansız değilse bile çok zordur.
Günümüzde de düşük gelirli
kesimi, orta sınıfı ve elitleri ayıran aradaki servet farkıdır. Orta Sınıf,
büyük çoğunlukla eğitimli işçilerden, örneğin doktorlardan, avukatlardan,
mühendislerden oluştur. Bu sınıfın geri kalanı ise, küçük ve orta boyutlu
işletme sahipleridir, mesela, ufak bir market, ya da lokanta sahipleri bu
grubun içindedir. Bu sınıfın içine girmek için ya okumak ya da küçük ya da orta
boyutlu bir işletme açabilecek konumda olmak gerekir. Okumak için de, bir lokanta, ya da market
açmak için de bir miktar servet sahibi olmak gerekir. Alt sınıfın üyeleri,
özellikle içlerinde kazandıkları para ile ancak günlük masraflarını
karşılayabilenlerin çocuklarını okutmaları, ya da bir lokanta ya da bakkal
açmaları çok zordur, bu nedenle bu kesimin içinden orta sınıfa yükselmek kolay
değildir.
Elit kesim ise, üst düzey
çalışanlardan ve büyük işletme sahiplerinden oluşur. Birkaç yıl öncesine kadar
üst düzey çalışan olmak ülkemizde, doktor, mühendis, ya da her hangi bir
eğitimli insan için kolayken, şimdi bu düzeye yükselmek için, standart
üniversite eğitiminin ötesinde eğitim almak zorunludur. Sıradan üniversitelere
göre daha kaliteli üniversitelerde okumak, yüksek lisans eğitimi almak, birden
fazla dil bilmek bu konuma çıkmak için giderek daha gerekli hale gelmektedir. Yine
de, orta sınıfın bir üst düzey çalışan olmasının ülkemizde nisbeten kolay
olduğunu söyleyebiliriz. Ancak sonuçta üst düzey çalışan sayısı sınırlıdır. Bu
da orta sınıf üyelerinden elit kesime yükselebileceklerin sayısını sınırlamaktadır.
Her hangi bir büyük işletme sahibi olmak ise orta sınıf üyesi için çok zordur. Bu
tür bir işletmeyi kuracak serveti orta sınıftan bir insanın elde etmesi
imkansız gibidir.
Kısacası, toplumsal kesimlerin
yapıları değişse de, bir kesimden ötekine geçişi engelleyen engeller 19.
Yüzyıldan çok farklı değildir. Farklı kesimlerden insanların sahip olduğu
servet miktarların hala onların toplumsal konumlarını belirlemektedir.
No comments:
Post a Comment