Tarihin en başından beri, medeni
olarak adlandırılan ülkelerin hemen hepsinde, ekonomik kaynakları kontrolü
altında tutan bir kesim var olmuştur. Bu kesim, zamanında krallar ve onların
altındaki aristokratlardan oluşurken, daha sonra iş adamları da bu kesimin
içine katılmıştır. Günümüzde, işçi kesiminin içindeki bir kesim de elit kesimin
içinde sayılabilir. Krallar ve aristokratların yerini ise politikacılar ve üst
düzey bürokratlar almış, ve onlar da elit kesimin parçası haline gelmişlerdir.
Tarihin ilk dönemlerinde elit kesimin
bir parçası olmak, çoğunlukla doğuştan aristokrat bir ailenin üyesi olmakla
mümkündü. Hemen tüm toplumlarda kimi aileler doğuştan yönetme hakkına sahipti.
Zaman zaman yönetme hakkına sahip kimi aileler bu konumlarını kaybederken,
yerlerine yenileri yükseldi. Kapitalizm öncesinde iş adamların, her hangi bir
ülkedeki önemli ekonomik kaynakları, madenleri, tarlaları satın alması ve
istediği gibi kullanması zordu. Ülkelerin en önemli ekonomik kaynakları bizzat
devletlerin yönetici kesimi tarafından yönetiliyordu. 16. Yüzyıldan başlayarak iş
adamlarına yavaş yavaş bu kritik ekonomik kaynakların mülkiyet hakları
verilmeye başlandı. Sonuç olarak iş adamlarının da en zenginleri sistemin
tepesindeki kesime katıldılar. Ve giderek artan düzeyde, ülkenin nasıl
yönetileceği üzerinde de söz sahibi olmaya başladılar. Nihayet 20. Yüzyılın
başından itibaren, işçi kesiminin içindeki bir kesim elitlerin arasına katıldı.
Bu tarihe kadar şirketler, sahipleri tarafından yönetiliyordu. Özellikle 20.
Yüzyılın başından itibaren şirketlerin üst düzey çalışanlarının şirketlerin
nasıl yönetileceği konusunda iş adamları kadar, bazen onlardan da fazla söz
sahibi olmaya başladılar. Bu da onların da elitlerin arasında girmesinin yolunu
açtı.
Kapitalist sistemde çoğunlukla
elitler konumlarını kendi ellerinde bulunan, ve diğer insanların elinde olmayan
servet sayesinde korurlar. Kimi zaman elitlerin ulaşabildiği, diğer insanların
ulaşamadığı eğitim de elitler için konumlarını korumanın bir yolu olabilir. Son
olarak öne çıkan bir ailenin, ünlü bir iş adamının ya da ünlü bir siyasetçinin
çocuğu olmak da elit olmanın önünü açabilecek bir durumdur. Türkiye gibi, üniversite
eğitiminin paralı olmadığı ülkelerde, eğitimin elitlerin arasına katılma
konusundaki faydası sınırlıdır. Sonuçta, her hangi eğitim kurumunun tepedeki
küçük bir azınlığın arasına girmenin bir aracı olabilmesi için, o eğitim
kurumunda eğitim görmek ne kadar yetenekli, çalışkan olursa olsun, hangi sınavı
geçerse geçsin, orta sınıftan ya da düşük gelirli kesimden gelen bir çocuk için
elit bir aileden gelen bir çocuğa göre çok daha zor olmalıdır.
Hemen hemen elitlerin var olduğu
tüm toplumlarda, elitler kimi zaman din, kimi zaman medya, kimi zaman ideoloji
yolu ile, kendilerinin toplumun var olması için gerekli olduğunu toplumun diğer
kesimlerine kabul ettirmeye çalışırlar. Elitlerin varlıklarını rahatça
sürdürebilmeleri için, hem düşük gelirli kesim hem de orta sınıf elitlere ihtiyaç
duymalıdır. Düşük gelirli kesim, genellikle kendi hayatlarının kontrolünü bile
ancak sınırlı düzeyde kontrol edebilen kesimdir. Bu kesim, hayatta kalabilmek
için elitlere muhtaç olduklarını hissetmelidir. Elbette orta sınıf, hayatta
kalmak için elitlere kendilerini muhtaç hissetmez. Orta sınıfın, kendi
hayatları hakkında söz sahibi, ama toplumun tamamını ilgilendiren kararlar
konusunda söz sahibi olmayan bir kesim olduğunu hatırlamak lazım. Elitlerin
konumlarını koruması için bu sınıfın, toplumsal kararları alma işini elitlere
bırakması gerekmektedir. Elitlerin bu
sınıfa boyun eğdirmelerinin tek bir yolu vardır, o da bu sınıf ile düşük
gelirli kesimin iletişimini kesmek. Düşük gelirli kesim orta sınıf için,
ürkütücü bir kesim olmalıdır. Öyle ki orta sınıf düşük gelirli kesimin her an
ellerindekileri almak istediklerini zannetmelidir. Elitler bu noktada devreye
girip, düşük gelirli kesimi kontrol altında tutan, orta sınıfı düşük
gelirlilerden koruyormuş gibi görünmelidir.
No comments:
Post a Comment