Monday, May 5, 2014

Sistemin Tepesindekiler



Tarihin en başından beri, medeni olarak adlandırılan ülkelerin hemen hepsinde, ekonomik kaynakları kontrolü altında tutan bir kesim var olmuştur. Bu kesim, zamanında krallar ve onların altındaki aristokratlardan oluşurken, daha sonra iş adamları da bu kesimin içine katılmıştır. Günümüzde, işçi kesiminin içindeki bir kesim de elit kesimin içinde sayılabilir. Krallar ve aristokratların yerini ise politikacılar ve üst düzey bürokratlar almış, ve onlar da elit kesimin parçası haline gelmişlerdir.
Tarihin ilk dönemlerinde elit kesimin bir parçası olmak, çoğunlukla doğuştan aristokrat bir ailenin üyesi olmakla mümkündü. Hemen tüm toplumlarda kimi aileler doğuştan yönetme hakkına sahipti. Zaman zaman yönetme hakkına sahip kimi aileler bu konumlarını kaybederken, yerlerine yenileri yükseldi. Kapitalizm öncesinde iş adamların, her hangi bir ülkedeki önemli ekonomik kaynakları, madenleri, tarlaları satın alması ve istediği gibi kullanması zordu. Ülkelerin en önemli ekonomik kaynakları bizzat devletlerin yönetici kesimi tarafından yönetiliyordu. 16. Yüzyıldan başlayarak iş adamlarına yavaş yavaş bu kritik ekonomik kaynakların mülkiyet hakları verilmeye başlandı. Sonuç olarak iş adamlarının da en zenginleri sistemin tepesindeki kesime katıldılar. Ve giderek artan düzeyde, ülkenin nasıl yönetileceği üzerinde de söz sahibi olmaya başladılar. Nihayet 20. Yüzyılın başından itibaren, işçi kesiminin içindeki bir kesim elitlerin arasına katıldı. Bu tarihe kadar şirketler, sahipleri tarafından yönetiliyordu. Özellikle 20. Yüzyılın başından itibaren şirketlerin üst düzey çalışanlarının şirketlerin nasıl yönetileceği konusunda iş adamları kadar, bazen onlardan da fazla söz sahibi olmaya başladılar. Bu da onların da elitlerin arasında girmesinin yolunu açtı.
Kapitalist sistemde çoğunlukla elitler konumlarını kendi ellerinde bulunan, ve diğer insanların elinde olmayan servet sayesinde korurlar. Kimi zaman elitlerin ulaşabildiği, diğer insanların ulaşamadığı eğitim de elitler için konumlarını korumanın bir yolu olabilir. Son olarak öne çıkan bir ailenin, ünlü bir iş adamının ya da ünlü bir siyasetçinin çocuğu olmak da elit olmanın önünü açabilecek bir durumdur. Türkiye gibi, üniversite eğitiminin paralı olmadığı ülkelerde, eğitimin elitlerin arasına katılma konusundaki faydası sınırlıdır. Sonuçta, her hangi eğitim kurumunun tepedeki küçük bir azınlığın arasına girmenin bir aracı olabilmesi için, o eğitim kurumunda eğitim görmek ne kadar yetenekli, çalışkan olursa olsun, hangi sınavı geçerse geçsin, orta sınıftan ya da düşük gelirli kesimden gelen bir çocuk için elit bir aileden gelen bir çocuğa göre çok daha zor olmalıdır.
Hemen hemen elitlerin var olduğu tüm toplumlarda, elitler kimi zaman din, kimi zaman medya, kimi zaman ideoloji yolu ile, kendilerinin toplumun var olması için gerekli olduğunu toplumun diğer kesimlerine kabul ettirmeye çalışırlar. Elitlerin varlıklarını rahatça sürdürebilmeleri için, hem düşük gelirli kesim hem de orta sınıf elitlere ihtiyaç duymalıdır. Düşük gelirli kesim, genellikle kendi hayatlarının kontrolünü bile ancak sınırlı düzeyde kontrol edebilen kesimdir. Bu kesim, hayatta kalabilmek için elitlere muhtaç olduklarını hissetmelidir. Elbette orta sınıf, hayatta kalmak için elitlere kendilerini muhtaç hissetmez. Orta sınıfın, kendi hayatları hakkında söz sahibi, ama toplumun tamamını ilgilendiren kararlar konusunda söz sahibi olmayan bir kesim olduğunu hatırlamak lazım. Elitlerin konumlarını koruması için bu sınıfın, toplumsal kararları alma işini elitlere bırakması gerekmektedir.  Elitlerin bu sınıfa boyun eğdirmelerinin tek bir yolu vardır, o da bu sınıf ile düşük gelirli kesimin iletişimini kesmek. Düşük gelirli kesim orta sınıf için, ürkütücü bir kesim olmalıdır. Öyle ki orta sınıf düşük gelirli kesimin her an ellerindekileri almak istediklerini zannetmelidir. Elitler bu noktada devreye girip, düşük gelirli kesimi kontrol altında tutan, orta sınıfı düşük gelirlilerden koruyormuş gibi görünmelidir.

No comments:

Post a Comment