Tuesday, May 20, 2014

Orta Sınıf Bilmecesi



Orta sınıf belki de sosyal bilimler açısından en anlaşılmaz sınıftır. Sadece sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen, yöneten ve yönetilen bir sınıfın olduğu bir Dünya daha anlaşılırdır. İşin içine iki gruba da tam olarak giremeyen bir kesimin dahil olması her şeyi çok anlaşılmaz hale getirir. Dolayısı ile Orta Sınıfı iki kesimden birine dahil etmek, ezenlerin ya da ezilenlerin parçası olarak görmek, ya da daha iyisi giderek eriyen yok olan bir sınıf olarak görmek kolay bir yoldur. Oysa orta sınıf, toplumların birbirinden kesin katmanlara ayrıldığı dönem boyunc şu ya da bu biçimde varlığını sürdürmüş bir sınıftır. Zaman zaman sarsılmış, gücü azalmış, ama sonra geri dönmeyi, eski gücünü ve bazen daha fazlasını kazanmayı başarmıştır.
Genel olarak bu kesim, kendi yaşamları hakkında söz sahibi olan, ama toplumun tamamını ilgilendiren kararlar hakkında sınırlı söz hakkı olan kesimdir. Normal zamanlarda, bu kesim toplumun tamamını ilgilendiren kararları elitlere bırakır. Bu onları bencil ve sadece kendi çıkarlarını düşünen bir kesim olarak görülmesini sağlar. Elitler açısından bu görüntü onlar ile toplumun alt sınıfları arasındaki mesafeyi korumak açısından faydalıdır. Normal zamanlarda alt sınıf, orta sınıfın alt sınıfı umursamadığı, alt sınıftan insanlar aç kalsa, felaketler yaşasalar bile orta sınıfın bunu umursamayacağını düşünmelidir. Dinin etkili olduğu toplumlarda bu kesim, dinden uzak olarak da görülebilmektedir. Orta sınıfın aksine, elit kesim ise genellikle daha dindar görünür. Bu da onlar ile alt sınıf arasındaki iletişimi zayıflatır.
Zamanın iş adamları olan tüccarlar ve esnaf belki de bu sınıfın ilk temsilcileridir. Daha sonra, kimi iş adamları elitlerin arasına dahil olurken, kimi işletme sahipleri bu kesimin içinde kalmıştır, bu arada eğitimli iş gücü de bu kesime dahil olmuştur. İş adamlarının bencil oldukları sadece kendi karlarını düşündükleri düşüncesi büyük oranda, onların orta sınıfın içinde olduğu yılların ürünüdür. Günümüzde ise büyük iş adamları, toplumun geri kalanı için de çalışan bir kesim olarak gösterilmektedir, medya, dini kurumlar ve üniversiteler aracılığı ile.
Orta sınıf genellikle yaptıkları iş ve aldıkları pay söz konusu olduğunda daha az sömürülen, kim zaman ne sömüren ne sömürülen bir kesimdir. Bunun neden böyle olduğunu sorabiliriz. Neden elitler bu kesimi daha az sömürmeyi tercih etmektedir, neden onları da kendi denetimleri altına almamaktadır. Bunun nedeni toplumda kimi mesleklerin içinde olanların, kimi iş alanlarında çalışanların organize olmayı ve elitlere karşı mücadele etmesinin daha kolay oluşudur. Doktorlar, ya da yargıçlar, ya da öğretmenler, ya da mühendislerin içinde kimi gruplar, kendileri ile aynı mesleğin içindeki küçük bir grubu örgütlediklerinde bile çok büyük bir etki sahibi olabilmektedirler. Elitler için bu kesime en azından kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olacak kadar ekonomik ve toplumsal güç vermek   zorunludur. Bu kesimi kendi yaşamları hakkında söz sahibi olmaya ama toplumsal kararları verme işini elitlere bırakmaya ikna etmek, onların örgütlenme gücünü toplumun diğer kesimlerine yaymasını engellemeyi sağlar, ayrıca onların kendi aralarında da örgütlenip daha fazlasını istemelerini de engeller.
Normal zamanlarda, elitler orta sınıf üzerinde büyük baskı kurmazlar, ancak ekonomik ve toplumsal sistem krize girdiğinde, alt sınıflara göre daha az sömürülen bu kesim hedef haline gelir. Bu kesim sadece kendini düşünen, ve hak etmediği kadar fazla maaş alan bir kesim olarak gösterilebilir. Bu sayede elitler, alt kesimin de desteği ile, orta sınıfın üzerindeki baskıyı arttırabilirler. 2007 yılından itibaren Türkiye’de yaşananın kısmen bu olduğunu söylemek mümkün. Elbette Orta Sınıfın oynadığı rolü bu kadar kısa bir yazı ile anlamak, anlatmak zor. İlerideki yazılarımda bu role daha fazla değineceğim.   

Sunday, May 11, 2014

Sistemin Altındakiler



Yazının başında sanırım kullandığım terime açıklık getirmem gerekiyor. Burada “alt” kelimesini söz konusu kesimdeki insanları küçümsediğim için kullanmıyorum. Aksine söz konusu kesim çoğu zaman en ilerici ve toplumlarda en büyük değişimi yaratma potansiyeline sahip olan kesimdir. Ancak çoğunlukla, toplumun geri kalanı tarafından bu kesim daha altta görülür, bu günümüzde çoğu zaman açıkça söylenmese de. Ekonomik olarak da, siyasi olarak da çoğunlukla normal zamanlarda en az gücü barındıran kesim bu kesimdir.
Bu kesim genellikle, kendi yaşamlarının gidişatı üzerinde bile sınırlı söz sahibidir. Feodal sistemde, başlarındaki ağa, baron bu kesimin nasıl yaşayacağı konusunda bile söz sahibidir. Genellikle feodal sistemde bu kesim, söz konusu feodal liderin çocukları gibi görülür, feodal lider ise ailenin babası gibidir. Tabii burada kastedilen ailenin, modern aileye göre çok daha otoriter olduğunu da belirtmek lazım. Kapitalist sistemde ise söz konusu kesim aldığı maaş ile zar zor geçinen kesimdir. Kapitalist sistemin ideolojik olarak güçlü olduğu ülkelerde, bu kesimin aldıkları düşük maaş, kendilerinin eğitimsizliklerinin ve tembelliklerinin sonucu olduğu düşünülür. Orta sınıfa göre çok daha uzun saatler boyunca çalışıyor olmaları. Çocuklarının iyi bir eğitim alması paralı eğitim yüzünden çoğu zaman imkansız olmasına rağmen, bu bakış açısı büyük ölçüde varlığını sürdürebilmektedir. Kapitalizm ile feodalizmin hala birbiri ile iç içe geçmiş olduğu ülkelerde ise, iş adamları bir yere kadar feodal ağaların geçmişte sahip olduğu rolü sürdürmeye devam eder. İşçiler çocuklar, onlara iş veren iş adamları ise otoriter bir ailenin babası gibidir.
Çoğunlukla kazandıkları para alt kesimden insanların geçimlerini sağlamak için yeterli değildir, en iyi ihtimal ile bu kesimin geçimini sağlamasına ancak ucu ucuna yeterli olur. Dolayısı ile bu kesim için, dini derneklerin, vakıfların, diğer yardım kuruluşlarının ve devletin yardımını reddetmek kolay değildir. Maaşlarının dışında devletten yardım aldıkları zaman, bu kesmi sanki hakları olan paranın ötesinde bir para ile geçiniyor gibi görmek mümkündür. Oysa toplumun en ciddi düzeyde sömürülen kesimi genellikle bu bu kesimdir. Yaptıkları işler genellikle en ağır işlerdir ve ironik olarak aldıkları maaşlar düşüktür. Normal koşullarda bu tür düşük maaşlı ve ağır koşullara sahip işlerde çalışacak insanlar bulmak zor olduğundan, toplumlar sürekli bu tür işlerde çalışmaya muhtaç olan bu kesimin varlığını korumak zorundadır. O nedenle bu kesimin orta sınıfa geçişini zorlaştırmak zorunludur.
İkinci zorunluluk bu kesim ile orta sınıf arasındaki iletişimi sınırlı tutmaktır. Kendilerinden daha kötü ekonomik koşullarda yaşayan bu kesimden orta sınıf korkmalıdır. Orta sınıf, elitler olmadan bu kesimin içindeki insanların kendi yaşam biçimlerini tehdit edeceğine inanmalıdır.  Bunun ötesinde sistemin altındakiler orta sınıfın kendi durumlarına şükretmelerini sağlar.
Sistemin altındakiler, en büyük devrimci potansiyele sahip kesimdir. Organize olduklarında, ve birlikte hareket ettiklerinde, sistemin sadece ekonomik yapısını değil, ideolojisini de sarsma gücüne sahiptirler. Grevlerle, veya yaptıkları işi yavaşlatarak, ya da örgütlenerek, ekonomiye yaptıkları katkının ne kadar önemli olduğunu herkese gösterebilirler.  Aralarında kuracakları dayanışma ağları ile, kendi sorunlarını çözme konusunda elitlere muhtaç olmadıklarını gösterebilirler. Çoğunlukla zaten bu kesim sistemin ideolojisinden en az etkilenen kesimdir. O nedenle bu kesimi denetim altında tutabilmek için, onların örgütlenmesini engellemek zorunludur.

Monday, May 5, 2014

Sistemin Tepesindekiler



Tarihin en başından beri, medeni olarak adlandırılan ülkelerin hemen hepsinde, ekonomik kaynakları kontrolü altında tutan bir kesim var olmuştur. Bu kesim, zamanında krallar ve onların altındaki aristokratlardan oluşurken, daha sonra iş adamları da bu kesimin içine katılmıştır. Günümüzde, işçi kesiminin içindeki bir kesim de elit kesimin içinde sayılabilir. Krallar ve aristokratların yerini ise politikacılar ve üst düzey bürokratlar almış, ve onlar da elit kesimin parçası haline gelmişlerdir.
Tarihin ilk dönemlerinde elit kesimin bir parçası olmak, çoğunlukla doğuştan aristokrat bir ailenin üyesi olmakla mümkündü. Hemen tüm toplumlarda kimi aileler doğuştan yönetme hakkına sahipti. Zaman zaman yönetme hakkına sahip kimi aileler bu konumlarını kaybederken, yerlerine yenileri yükseldi. Kapitalizm öncesinde iş adamların, her hangi bir ülkedeki önemli ekonomik kaynakları, madenleri, tarlaları satın alması ve istediği gibi kullanması zordu. Ülkelerin en önemli ekonomik kaynakları bizzat devletlerin yönetici kesimi tarafından yönetiliyordu. 16. Yüzyıldan başlayarak iş adamlarına yavaş yavaş bu kritik ekonomik kaynakların mülkiyet hakları verilmeye başlandı. Sonuç olarak iş adamlarının da en zenginleri sistemin tepesindeki kesime katıldılar. Ve giderek artan düzeyde, ülkenin nasıl yönetileceği üzerinde de söz sahibi olmaya başladılar. Nihayet 20. Yüzyılın başından itibaren, işçi kesiminin içindeki bir kesim elitlerin arasına katıldı. Bu tarihe kadar şirketler, sahipleri tarafından yönetiliyordu. Özellikle 20. Yüzyılın başından itibaren şirketlerin üst düzey çalışanlarının şirketlerin nasıl yönetileceği konusunda iş adamları kadar, bazen onlardan da fazla söz sahibi olmaya başladılar. Bu da onların da elitlerin arasında girmesinin yolunu açtı.
Kapitalist sistemde çoğunlukla elitler konumlarını kendi ellerinde bulunan, ve diğer insanların elinde olmayan servet sayesinde korurlar. Kimi zaman elitlerin ulaşabildiği, diğer insanların ulaşamadığı eğitim de elitler için konumlarını korumanın bir yolu olabilir. Son olarak öne çıkan bir ailenin, ünlü bir iş adamının ya da ünlü bir siyasetçinin çocuğu olmak da elit olmanın önünü açabilecek bir durumdur. Türkiye gibi, üniversite eğitiminin paralı olmadığı ülkelerde, eğitimin elitlerin arasına katılma konusundaki faydası sınırlıdır. Sonuçta, her hangi eğitim kurumunun tepedeki küçük bir azınlığın arasına girmenin bir aracı olabilmesi için, o eğitim kurumunda eğitim görmek ne kadar yetenekli, çalışkan olursa olsun, hangi sınavı geçerse geçsin, orta sınıftan ya da düşük gelirli kesimden gelen bir çocuk için elit bir aileden gelen bir çocuğa göre çok daha zor olmalıdır.
Hemen hemen elitlerin var olduğu tüm toplumlarda, elitler kimi zaman din, kimi zaman medya, kimi zaman ideoloji yolu ile, kendilerinin toplumun var olması için gerekli olduğunu toplumun diğer kesimlerine kabul ettirmeye çalışırlar. Elitlerin varlıklarını rahatça sürdürebilmeleri için, hem düşük gelirli kesim hem de orta sınıf elitlere ihtiyaç duymalıdır. Düşük gelirli kesim, genellikle kendi hayatlarının kontrolünü bile ancak sınırlı düzeyde kontrol edebilen kesimdir. Bu kesim, hayatta kalabilmek için elitlere muhtaç olduklarını hissetmelidir. Elbette orta sınıf, hayatta kalmak için elitlere kendilerini muhtaç hissetmez. Orta sınıfın, kendi hayatları hakkında söz sahibi, ama toplumun tamamını ilgilendiren kararlar konusunda söz sahibi olmayan bir kesim olduğunu hatırlamak lazım. Elitlerin konumlarını koruması için bu sınıfın, toplumsal kararları alma işini elitlere bırakması gerekmektedir.  Elitlerin bu sınıfa boyun eğdirmelerinin tek bir yolu vardır, o da bu sınıf ile düşük gelirli kesimin iletişimini kesmek. Düşük gelirli kesim orta sınıf için, ürkütücü bir kesim olmalıdır. Öyle ki orta sınıf düşük gelirli kesimin her an ellerindekileri almak istediklerini zannetmelidir. Elitler bu noktada devreye girip, düşük gelirli kesimi kontrol altında tutan, orta sınıfı düşük gelirlilerden koruyormuş gibi görünmelidir.

Sunday, May 4, 2014

Elitler, Orta Sınıf ve Düşük Gelirliler



Dünya’nın hemen hiçbir ülkesinde toplumlar birbirleri ile eşit ekonomik ve toplumsal güce sahip bireylerden oluşmazlar. Toplumların içlerinde en büyük ekonomik güce sahip, büyük ölçüde o toplumun sahip olduğu ekonomik kaynakları kontrol eden bir elit kesim. Kaydadeğer bir ekonomik güce sahip olan, toplumun tamamını ilgilendiren kararları alma konusundaki etkisi sınırlı da olsa hiç olmazsa kendi yaşamını ilgilendiren kararların alınmasında söz hakkı olan bir orta kesim. Ve büyük ölçüde kendi yaşamını ilgilendiren kararların alınmasında bile sınırlı bir karar hakkına sahip bir düşük gelirli kesim vardır.
Bu farklı kesimlerin Dünya’da birbirinden çok farklı onca toplumda nasıl oluştukları ve varlıklarını nasıl korudukları ilk bakışta kolayca gözlemlenen bir şey değildir. 19. Yüzyıl sonlarında Batı Avrupa’da büyük ölçüde işçiler düşük gelirli kesimi oluşturduğunu, sermayedarların ise elit kesimi oluşturduğunu söylemek mümkünken, bugün hem işçi hem kendi üretim araçlarına sahip olanların arasında hem elit kesimde, hem orta sınıfta, hem de düşük gelirlilerin arasında bulunanlar vardır.  Bir sokak satıcısı aynı zamanda sermayedardır, ama düşük gelirlidir, öte yandan bir genel müdür işçidir, ama aynı zamanda elit sayılabilir. İşçi olmak ya da işveren olmak bir insanın toplumsal konumunu belirlemiyorsa, toplumsal konumu belirleyen nedir diye sorabiliriz.
Burada Marks’ın getirdiği tanımlar bize yardımcı olacaktır. Öncelikle Marks’ın toplumu sadece iki kesimden, elit ve düşük gelirli kesimden oluştuğunu hatırlamak lazım. Marks’a göre bu iki kesim arasındaki farkı oluşturan elit kesimin sahip olduğu servettir. Bu kesimin içinde yer alanlar, yani zenginler, büyük bir servet sahibidir. Ellerindeki servet ile, fabrikaları, madenleri, büyük çiftlikleri, otelleri bankaları alıp satmaları mümkündür. Düşük gelirli kesimin ise elinde çok sınırlı miktarda para vardır. Bu kesim kazandığı paranın neredeyse tamamını günlük masraflarını karşılamak için harcar. Dolayısı ile bu kesimin, fabrikalar, bankalar, mağazalar satın alması ve elit kesimin içine girmesi imkansız değilse bile çok zordur.
Günümüzde de düşük gelirli kesimi, orta sınıfı ve elitleri ayıran aradaki servet farkıdır. Orta Sınıf, büyük çoğunlukla eğitimli işçilerden, örneğin doktorlardan, avukatlardan, mühendislerden oluştur. Bu sınıfın geri kalanı ise, küçük ve orta boyutlu işletme sahipleridir, mesela, ufak bir market, ya da lokanta sahipleri bu grubun içindedir. Bu sınıfın içine girmek için ya okumak ya da küçük ya da orta boyutlu bir işletme açabilecek konumda olmak gerekir.  Okumak için de, bir lokanta, ya da market açmak için de bir miktar servet sahibi olmak gerekir. Alt sınıfın üyeleri, özellikle içlerinde kazandıkları para ile ancak günlük masraflarını karşılayabilenlerin çocuklarını okutmaları, ya da bir lokanta ya da bakkal açmaları çok zordur, bu nedenle bu kesimin içinden orta sınıfa yükselmek kolay değildir.
Elit kesim ise, üst düzey çalışanlardan ve büyük işletme sahiplerinden oluşur. Birkaç yıl öncesine kadar üst düzey çalışan olmak ülkemizde, doktor, mühendis, ya da her hangi bir eğitimli insan için kolayken, şimdi bu düzeye yükselmek için, standart üniversite eğitiminin ötesinde eğitim almak zorunludur. Sıradan üniversitelere göre daha kaliteli üniversitelerde okumak, yüksek lisans eğitimi almak, birden fazla dil bilmek bu konuma çıkmak için giderek daha gerekli hale gelmektedir. Yine de, orta sınıfın bir üst düzey çalışan olmasının ülkemizde nisbeten kolay olduğunu söyleyebiliriz. Ancak sonuçta üst düzey çalışan sayısı sınırlıdır. Bu da orta sınıf üyelerinden elit kesime yükselebileceklerin sayısını sınırlamaktadır. Her hangi bir büyük işletme sahibi olmak ise orta sınıf üyesi için çok zordur. Bu tür bir işletmeyi kuracak serveti orta sınıftan bir insanın elde etmesi imkansız gibidir.
Kısacası, toplumsal kesimlerin yapıları değişse de, bir kesimden ötekine geçişi engelleyen engeller 19. Yüzyıldan çok farklı değildir. Farklı kesimlerden insanların sahip olduğu servet miktarların hala onların toplumsal konumlarını belirlemektedir.