Bu bloğu görüp de beni tanımayanlara önce kim olduğumdan
bahsedeyim. Adım Kerem. 1982 yılında doğdum. Bu aralar pek o isimden
bahsedilmese de, 80ler ve 90lar boyunca Özal veletleri adı verilen nesildenim.
Özal veletleri ismi, 1980 ihtilalinden sonra doğan ya da büyüyen şimdi 25-35
yaşlarında olan nesle. Biz solun, ve bu Dünya’yı daha adil ve eşit bir düzene
kavuşturma hayalinin kaybolmaya başladığı bir dönemde doğduk. Kapitalizmin tek
yol olarak görüldüğü, verilebilecek tek anlamlı mücadelenin ancak kapitalizmi
daha adil yapmak için verilebileceğini, ama aslında bunun da anlamsız olduğunu
çünkü özünde her insanın toplumun geri kalanı için değil, kendisi için, kendi
başarısı için uğraşması gerektiği öğretildi bize.
Bu neslin zannediyorum, çok sık rastlanmayan bir üyesiydim.
En azından kendi yakın çevremde. Siyasetle ilgileniyordum. Kendimi açıkça solcu
olarak adlandırıyordum. Ve artık geride kaldığı söylenen bir politik sistem,
sosyalizm ve komunizm ilgimi çekiyordu.
Ancak tüm bunlar ve belki bunun ötesindeki sebeplerle,
genelde etrafımda sıkıcı bir insan olarak görüldüm, kimi zaman çok yakınımdaki
insanlar tarafından bile. İnsanların genel olarak ilgilendiği şeylere, futbola,
populer televizyon programlarına ilgim giderek azaldı. Özellikle ortaokul
yıllarında giderek daha fazla zamanımı kitap okuyarak geçirmeye başladım.
Bunları bazı insanlar olumlu olarak görebilir. Ama benim için çok olumsuz
sonuçları oldu. İnsanlarla iletişimim daha sınırlı kaldı. Aktif bir hareket
başlatmak hatta böyle bir hareketin içinde yer almak benim için zor ve
yıpratıcı deneyimler haline geldi. Özellikle lise ve üniversite yıllarında.
Sonuç olarak zamanımın çoğunu düşünerek geçiren bir ergen ve
sonra bir yetişkin oldum. Siyasi konularda ve diğer konularda düşünen bir
insan. Çok düşünmenin bir zararı, asla bir karara varamamak. İnsan aynı konuda
defalarca düşününce, olası tüm kararların yanlış taraflarını düşünmeye
başlıyor, ve o kararlardan birini seçme şansı azalıyor. İkinci kötü yanı ise,
aslında neye inandığına neyi düşündüğüne bile tam olarak emin olamamak.
Haziran 2013 olayları sanırım siyaset ile ilgisini kesmemiş
25-30 yaş üstü birçok insan gibi benim için de dönüm noktası oldu. Belki bir
iki üç yılı saymazsak, aslında biz çoğunlukla yalnızdık. Bir şeyler yapmak
istiyorduk, ama tüm yollar kapalı görünüyordu. Bizi ciddiye alan bile yoktu.
Oysa haziran 2013 bir anda, kendimizi Türkiye’yi ileriye taşımak isteyen büyük
bir dalganın içinde bıraktı. Ve bu dalgayı gördüğüm, hissettiğim ilk anlarda
hem büyük bir heyecan, hem de büyük bir korku hissettim ben. Günlerce susuz
kalan bir insan bir anda kendini bir gölün ırmağın kıyısında bulması ama
cesaret edip su içememesi gibi bir duyguydu bu, ya da suyun kaybolmasından
korkması gibi.
Haziran 2013’te yaşları benden küçük insanlardan çok şey
öğrendim ben. Pratik bir mücadelenin, belki yıllar boyunca düşünerek,
tartışarak bile bulunamayacak çözümleri bulabildiğini öğrendim. Cesaret
etmenin, adım atmanın ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar çok şeyi
değiştirebileceğini fark ettim. Dolayısı
ile haziran beni düşünmeye sevk etti. Eskisinden daha fazla düşünmeye.
Öyle bir an geliyor ki, insanın kendi düşüncelerini
kavraması için onları görebilmesi gerekiyor. Bu not defterini bunun için
tutuyorum öncelikle. Bunun dışında, bir ihtimal, mücadele eden yoldaşlarımın,
yıllarca bu konuda kafa yormuş ve okumuş bir insanın kimi düşüncelerinden
istifade edebileceğini umuyorum, her ne kadar harekete geçmenin, okunan onlarca
kitaba, yıllarca süregelen tartışma ve düşüncelere bedel olduğunu bilsem de.
No comments:
Post a Comment